Sayın Genel Başkanlar Değerli Milletvekillerimiz Saygıdeğer Misafirler Bizi ekranları başında izleyen değerli vatandaşlarım,
Hepinizi saygıyla muhabbetle selamlıyorum. At izinin it izine, kurt sesinin çakal sesine, aslan gölgesinin tilki gölgesine karıştığı günlerden geçiyoruz.
Muhalefet çevreleri ise önümüzdeki seçimlerde cumhurbaşkanlığı adaylığında bir adım önde olmanın telaşı içinde! En son söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim! Ben ne şu anda söz konusu olabilecek bir makamın ne de iki ya da üç sene sonra yapılacak bir seçimdeki adaylığın peşindeyim! Ne kimseden bir talebim, ne de dünyevi bir beklentim var! Ne herhangi bir şeyin peşinde koştum, ne de herhangi bir kapının önünde mansıp bekledim! Bu konuda delilim nedir derseniz size tarihin bir hükmünü söyleyeyim: “elindeki makamı ilkeleri için terk eden birine bedel biçilmez; onun bedeli değerleriyle ölçülür.” Ahlaki üstünlüğümü kaybetmektense hayatımı kaybetmeyi tercih ederim! Peki ben neyin peşindeyim? Nedir uykuları bana haram kılan şey? Milletimizin tarihin akışını bir kez daha kaçırmasından korkuyorum. Sanayi devrimini kaçırmamız ve gerekli adımları doğru zamanda atmamamız bir imparatorluğumuzun elimizden kayıp gitmesine mal oldu; bütün doğu sömürge çizmeleri altında inledi. Bugün sanayi devriminden çok daha büyük bir dönüşümün içindeyiz. Bu sadece üretim ve iletişim araçlarının dönüşümü değil, insanın varoluşsal yapısının dönüşümü. Belki de eşref-i mahlukat olarak yaratılan klasik insan bilincinin son nesliyiz. Bakınız iki hafta önce Oxford ve Londra üniversitelerinde uluslararası düzendeki sistemik deprem, Gazze soykırımının bölgesel ve küresel boyutları bağlamında beş konferans verdim, benim eserlerim bağlamında organize edilen ve bir gün sabahtan akşama süren çalıştayda konuşmalar yaptım; İngiliz parlamentosunda Gazze soykırımı başlıklı kitabımızın tanıtımını yaptım. Bir taraftan da akademik ve bilimsel nabzı tutmaya çalıştım. Gururla ifade edeyim dünyanın en büyük ve en etkin öğretim üyesi/öğrenci kuruluşu olan “Oxford Union” da başta siber güvenlik ve yapay zeka alanında olmak üzere stratejik bilimsel disiplinlerde çalışan pırıl pırıl gençlerimizle tanıştım.
O yüzden mezkur konuşmamda “Beş Devrim” çağrısında bulundum. Özelllikle reform değil devrim diyorum; çünkü maalesef hastalıklarımızın reformla ıslahatla düzelebilme imkanı kalmamıştır. Ehil ve ahlaklı bir elin neşteri alarak bütün tümörleri temizleyeceği devrimler gerekmektedir. Neydi bunlar kısaca özetlemeye çalışayım. Birincisi Zihniyet Devrimidir. Köhnemiş zihni dogmalarla, fikir özgürlüğünün olmadığı çölleşmiş düşünce ikliminde zihniyet sıçraması yaşanmaz. Dar kimliklere sığınanların, tarihi bölerek tarihsiz kalanların zihniyeti gelişmez! Açık söyleyeyim! Türkiye’de muhafazakâr düşünce kendini yenileyememiş, milliyetçi düşünce milli değerleri evrensel alana taşıyamamış; çağdaş olduğunu iddia eden seküler düşünce ise çağın tamamıyla dışında kör bir modernizmin esiri olmuştur! Muhafaza düşünce Ahmet Cevdet Paşa’nın, Mehmet Akif’in, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Sezai Karakoç’un, milliyetçi düşünce Mümtaz Turhan’ın, Erol Güngör’ün, seküler/sol düşünce İdris Küçükömer’in, Kemal Tahir’in, Sencer Divitçioğlu’nun çok gerisindedir. Bu çölleşmiş kültür ortamında yeni nesiller kendi varoluşsal kimliğimiz ve bilincimizi robotların yapay zekası ile nasıl başa çıkacak? Beni ilgilendiren soru bu! Zihnen kuşatma altındayız; varsın bazı muhterisler bu ortamda meleklerin cinsiyetini tartışsınlar ben evrensellikle buluşan milli bir zihniyetin arayışını sürdüreceğim! Belki bazıları hoca yine siyasetin dışında soyut şeyler söylüyor diyebilir! Ama siyasetin tam da en temel sorusu budur! Kimlik sorunlarıyla parçalanan ulus devletlerin, yaşanan soykırımların, olması artık mümkün bir senaryo olarak görülen III. Dünya Savaşı tehdidin arkasında bir zihniyet sorunu vardır! Bugün insanlığı bekleyen en büyük tehlike bir pandemi gibi yayılan dışlayıcı ırkçı faşizmdir. Bu bazen Netanyahu kimliğinde bir soykırımcı olarak, bazen Wilders kimliğinde bir İslam ve yabancı düşmanı olarak, bazen Trump kimliğinde bir yeni sömürgeci olarak kendini gösterir. İkinci Dünya Savaşına yol açan zihniyet bütün barbarlığıyla hortlama aşamasına geldi.
- Türk Devletleri Teşkilatını kuruyordum,
- Doğu Türkistan’da Kaşgar ve Urumçi’de Uygur kardeşlerimle kucaklaşıyordum;
- Türk Dünyasının yetim çocukları Gagavuz Türklerinin sularını getiriyordum;
- İç savaşın ateş çemberinde Suriye Türkmenlerine kucak açıyor, Ahıska Türklerine bulundukları her yerde sahip çıkıyordum. Biz sözde değil özde Hoca Ahmed Yesevinin yolununn yolcusuyuz ki o Pir-i Türkistandır, Ahmed-i Sanidir. Niye Ahmed-i Sani ikinci Ahmeddir bilir misin ey brifingci provokatör? Çünkü Ahmed-i Evvel olan Hz. Peygamberi Türk boylarına tanıtan, onu sünnetini yayan Pir-i Türkistandır da ondan. Bak onun yolunun yolcusu, sünnetinin takipçisi olduğu Ahmed-i Evvel yani Hz. Peygamber Veda Hutbesinde ne diyor? “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah'tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, Ondan en çok korkanınızdır."