Sayın Genel Başkanlar, Değerli Milletvekillerimiz,
Grup Toplantımızı teşrif eden saygıdeğer misafirler, Bizi ekranları başında izleyen aziz vatandaşlarım, Hepinizi saygıyla muhabbetle selamlıyorum. Pazartesi günü Öğretmenler günüydü, dün Kadına Karşı Şiddetle Mücadele günü. Bizleri yetiştiren öğretmenlerimizin ahirete irtihal edenlerini rahmetle anıyor, yaşayanların ellerinden öpüyorum. Bizler öğretmenin ve öğrenmenin değerini onlardan öğrendik.
Aziz kardeşlerim, Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz hafta yine tarihi bir Irak gezisi gerçekleştirdik. Bu sene üçüncüsünü gerçekleştirdiğimiz bu ziyaretlerimizin amacının ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz. En başta fiili olarak bölgemize yönelik emperyal hesapların, yeni kaotik fitnelerin de arefesinde bulunmaktayız ve tarih omuzlarımıza büyük sorumluluklar yüklemekte. Gönül coğrafyalarıyla bağlantılı “tarihi bir misyon”umuz var; bundan kaçamayız. Bu misyonun gereğini yapmazsak gelecek nesillere çok daha vahim bir tabloyu miras olarak bırakırız. Daha açıkçası tablo şu: Yepyeni bir Sykes-Picot adına yeni hedeflerle, atomizasyon politikalarıyla sınırların yeniden çizilmeye çalışıldığı bu süreçte, başta Gazze ve Filistin coğrafyası olmak üzere, bölgemiz hem küresel emperyalizmin hem de onun bölgedeki Jandarması olan İsrail’in ciddi tehdidi altında. Irak Kürdistan Bölgesi Başbakanı Mesrur Barzani’nin ev sahipliğinde düzenlenen bu foruma katılmamızın ve bölgede tüm Kürt, Arap, Türkmen, Şii, Sünni çevelerle görüşmeler yapmamızın başat motivasyonu da bu tabloydu. Orada da tüm taraflara ifade ettiğim gibi bizler başkalarının ürettiği gündemlere ve krizlere reaksiyon veren konumda kalmamalı ve yepyeni bir paradigma üretmeliyiz. Paradigmanın özü, aslında son 25 yılın da özetini ifade etmekte. Ben buna Duhok Forumunun başlığı olan “Yönetilen Kaos” yerine “Kozmos” diyorum. Yani düzen ve bütünlük arayışını esas alan bir yaklaşımı benimsememiz gerektiğini vurguluyorum. Çünkü krizi yönetmek sadece günü kurtarır ama geleceğe dair bir vizyonunuz ve bu vizyonu besleyen bir paradigmamız yoksa bir krizden çıkar diğer krize gireriz. Yeni bir zihniyet ve ona dayalı stratejik bir paradigma geliştirebilirsek bu cendereden Kürdü, Türkü, Arabı, Farsı, Şiisi, Alevisi, Sünnisi, Hıristiyanı, Ezidisi, Dürzisi bütün bir coğrafya olarak çıkmamız ve kendi ellerimizle yeni inşai süreçler yaratmamız mümkün hale gelir.
Bölgeyi yüz yıldır “böl-yönet” mantığıyla sömüren güçler bugün daha da derin bir Jeopolitik Parçalanma arzuluyorlar. Gazze-Filistin politikası da, Lübnan, Suriye, Irak ve İran üzerine senaryolar da bu hedefi güdüyor. Mesela Suriye’yi 3’e hatta 4’e bölme niyetlerini zaman zaman açık ediyorlar. Ve yine bazı azınlık kesimleri bu atomizasyon politikası çerçevesinde istismar etmenin de planlarını yapıyorlar. Bir ikinci önemli husus “Hegemonik Arayışlar” ki geçmişte de kötü örnekleri görüldü ama şimdi en tehlikelisi cereyan etmekte. Evet İsrail’in Siyonist emelleri ve yayılmacı hedeflerinden söz ediyorum. Netanyahu’nun Filistin Devleti’ni reddederek Batı Şeria ve Gazze’yi ilhak planı, Gazze’de uyguladığı soykırım, Güney Lübnan’dan sonra Güney Suriye’de de fiili bir egemenlik alanı oluşturma planı Levant-Mezopotamya hattında hegemonik bir düzen kurma çabasından başka bir şey değildir. Bu bağlamda geçtiğimiz hafta BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edilen Gazze planı BM düzeni açısından tam bir utanç vesikasıdır, çünkü Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkını, Filistin devletinin varoluşunu tanıyan önceki bütün BM müktesebatı yok sayılmıştır. Ama bölgenin DNA’larını ve dengelerini iyi bilen bir devlet adamı ve aydın olarak şunu söyleyebilirm ki; Sykes-Picot düzenini değiştirmek adına bölgeyi tek taraflı çıkarlarla yeniden şekillendirmeye ve hegemonya kurmaya yönelik her girişim başarısızlığa mahkûmdur. Netanyahu’nun Büyük İsrail projesi de Saddam’ın Kuveyt işgali, Beşar Esad’ın Lübnan politikası gibi iflas etmeye mahkumdur. Lakin unutmamak gerekir ki her hegemonik girişim yalnızca yeni çatışmalar üretir. Hepimizin müteyakkız bir şekilde bütün dikkatimizi her gün farklı şekillerde gelen stratejik manevralara odaklanmak zorundayız. Bir an bile dikkatimizin dağılmaması gerekiyor. Bakın geçen hafta kirli bir pazarlık sergilendi. Geçtiğimiz hafta Gazze ve Ukrayna savaşlarında arka arkaya yaşadığımız gelişmeler uluslararası diplomaside karşılıklı al-verlere dayalı Soğuk Savaş pazarlıklarına tekrar dönülmekte olduğunu gösterdi. Rusya Devlet Başkanı Putin daha önce açıkladığı ilkelerden taviz vererek Trump’ın Filistin Devleti’ne atıf yapmayan Gazze planını 17 Kasım’da BM Güvenlik Konseyinde veto etmedi, Trump da 180 derece çark ederek 21 Kasım’da Putin’in Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne aykırı taleplerini kabul eden bir yeni plan sundu. Her iki planda da ABD’nin ekonomik çıkarları maksimize edilirken Filistin ve Ukrayna halkları bu kirli pazarlığın kurbanı edilmek isteniyor. Gelen tepkiler üzerine şimdi Ukrayna Planı revize edilmeye çalışılıyor, ancak yeterince tepki verilmemesi dolayısıyla Gazze’de sözde ateşkes altında Gazze soykırımı hız kesmeden devam ediyor. Çünkü Gazze sahipsiz, çünkü Gazzeliler yetim!
Bu tablo karşısında tavır almak zorundayız. BM Güvenlik Konseyi Daimi üyeliği statüsünü BM’in temel ilkelerini çiğneyecek oportünist bir tavırla kullanmanın önüne geçilmedikçe uluslararası düzen kurulamaz. Kıta ve bölge politikalarından öncü role sahip ülkeler BMGK daimi üyelerinin bu fırsatçı tutumunun kurbanı olmamak için biraraya gelerek karşı bir denge oluşturmalıdır! Mesela AB-İKÖ ortak zirvesi için girişimde bulunulmalı, ayrıca Filistin Devleti’ni tanıyan ve Gazze soykırımına karşı çıkan ülkelerle bir istişare mekanizması kurulmalıdır. Ayrıca yeni bir bölgesel düzene öncülük edilmelidir. Peki bizim bölgesel çözümümüz ne olmalıdır? Çözüm; varolan sınırlara saygı temelinde Jeopolitik, Jeo-ekonomik ve Jeokültürel Bütünleşme dediğimiz “Kaosa karşı Kozmos”tur; bölgesel düzendir. Gerçek çözüm, bölge haklarının ortak iradesi ile bölgesel bütünleşmenin güçlendirilmesi ve tarihsel ağların yeniden canlandırılmasıdır. Ortak jeopolitik güvenlik, jeo-ekonomik entegrasyon ve jeo-kültürel etkileşim temelinde karşılıklı saygı ve kapsayıcılık üzerine kurulu yeni bir bölgesel düzen inşa edilmelidir. Basra’dan Doğu Akdeniz’e, Duhok’tan Halep’e, Musul’dan Diyarbakır’a uzanan bütün ekonomik damarların yeniden bağlanması, barışın en sağlam temeli olacaktır. Bu nedenle kapsayıcılık, yalnızca bir siyasi tercih değil, bölgenin geleceği için zorunlu bir ilkedir. Türkiye, Irak, Suriye, İran… Bütün halklar ancak eşitlik temelinde bir araya geldikleri takdirde hegemonik güçlerin manipülasyonundan kurtulabilir.
Ama en başından ifade edeyim ki bizim usulde de esasta da zihnimiz açık ve berrak. Hepimizin hedefi belli. Terörden arınmış bir Türkiye ve bölge. Asla ayak sürümüyoruz, asla topu taca atmıyoruz. “Ortadoğu’da Yepyeni Bir Düzen Kurmalıyız” diyen bir Davutoğlu olarak kimse bizden bunu beklememelidir, bekleyemez! Lakin bu hedef yürürken, azami dikkat gösterilmesi gereken hususlar da vardır ki bunların başında da toplumsal mutabakat ve siyasal mutabakat gelmektedir. Mademki hedeflerimiz gündelik siyasi hesapların çok üstünde; ki zaten öyle olmalıdır; o halde toplumsal psikolojinin sürece hazırlığı da, ortak istişari kanalların ve katılımın hiçbir dayatmaya mahal vermeden işlemesi de değerlidir. Ben bunları söylüyorum ama bu sorumluluk en fazla iktidar kanadının üstünde! Eğer az evvel çizdiğim büyük resmin farkındaysak -ki ben öyle olduğundan zerre şüphe etmiyorum- o halde buna uygun adımlar atılması gerekmekte. Bundan olayı; iktidar ve muhalefet arasında sağlıklı bir diyalog kanalı sürekli açık tutulmalı. Ve süreç bugünkünden daha hızlı işlemeli ki; araya fitneciler, kaostan beslenenler, dar kalıplarla meseleye bakıp, vizyonsuzluklarını toplumsal iradenin kirletilmesi yönünde harekete geçirenlerin eli güçlenmesin. İyi niyetli olanların eli-kolu güçlensin, daha fazla vakit kaybedilmeden hedeflere yürünsün. Pek yakından takip ettik ki sayın Bahçeli’nin ısrarlı takibiyle ve daha sonra sayın Erdoğan’ın da sürece aktif katılımıyla süreçte bir yere kadar gelindi. Ancak son iki aydır komisyonun önünde çok önemli dosyalar varken, yani yasal hazırlıklar yapılması gerekirken, yani komisyonla birlikte topluma bu sürecin mal edilmesi gerekirken konu neredeyse tamamıyla İmralı ziyaretine indirgendi. Hiç kimsenin Öcalan’ın komisyonca dinlenmesine itiraz ettiğini düşünmüyorum. En azından komisyonda hemen herkes buna olumlu görüş beyan etti. Ancak usul önemli, usulün yönetilmesi önemli, sürecin yönetilmesi önemli, kriz olmasının engellenmesi önemli.
Evet, bu ülkede birileri iktidar-muhalefet demeden belediyeler üzerinden siyasetin finansmanını sağlıyor, bu görülüyor; ama sadece belediyeler mi_ Sadece Yollar, Köprüler, Garantili Mega Projeler mi? İşte gözü dönmüş Et İthalatı Lobisi de bunlar arasında! Ey iktidar sahipleri, hani milletin emanetini kimseye yedirmiyordunuz? Hangi garip gurabanın hakkını koruyordunuz? Sizin halka ucuz et sağlama görevi olan Genel Müdürünüz yakınlarına yurtdışında kurdurduğu şirketler üzerinden Gıda terörünün finansmanına kaynak sağlıyorsa ve buna rağmen Plan ve Bütçe Komisyonundaki müzakerelere yüzsüzce katılabiliyorsa varın gerisini siz hesap edin! Çözüm nedir diye soran aziz vatandaşlarım! Çözüm halkını arasında halkı gibi yaşayan ehil ve ahlaklı kadroların işbaşına gelmesinde! Her zaman söylediğimiz gibi Neşteri elimize alacağız ve önce zihniyet ve ahlak devrimi, sonra hukuk ve sosyal adalet devrimi ve nihayet devlette kurumsal devrimi gerçekleştireceğiz: Bu reçeteyi de ancak biz uygularız. Ve o günler geldiğinde göreceksiniz ki bu rantçıların tümü siyasetten elini çekecek. Çünkü siyaset rantın değil, halkın hizmetinde bir araca, hikmetli işlerin, toplumun maslahatının, faydasının aracına dönüşecek! Temiz olanların da önü açılacak, çünkü siyasetin kirli yollarında geçinenler barikat olmaktan çıkacak! Soruyorum sizlere, o günlerin gelmesini istemez misiniz? Aziz milletim; Gerek bu konularda; gerekse tarihi bir dönemecin eşiğinde olduğumuz çözüm sürecinin yönetimine ilişkin tekliflerimiz ve uyarılarımız elbette devam edecek. Belki bazıları bunları hedefe koymaya devam edecek, bazıları da görmezden gelmeye. Ama bu ülkede yıllarca devlet adamlığı ve diplomatlık yapmış, halkın hakkını, Hakkın da hatırını herşeyin üzerinde tutmayı itikat edinmiş biri olarak elimi de gövdemi de bu sürecin hitama ermesi ve bu zihniyet, ahlak, sosyal adalet, hukuk ve kurumsal devrimlerin gerçekleşmesi için kayaların altına koyacağıma Cenab-ı Hakkın huzurunda söz veriyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum.