Sayın Genel Başkanlar Değerli Milletvekilleri Grup toplantımızı teşrif eden değerli misafirler Bizi ekranları başında izleyen saydıdeğer vatandaşlarım,

Hepinizi saygıyla muhabbetle selamlıyorum. Her şeyden önce, Azerbaycan’dan havalanarak Gürcistan sınırında düştüğünü büyük bir üzüntüyle öğrendiğimiz askeri kargo uçağımızdaki tüm personele Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum. Rabbim tüm şehitlerimize merhametiyle muamelede bulunsun, acılı ailelerine ve yüce milletimize sabırlar ihsan eylesin. Bu facianın nedenleri en detaylı bir şekilde araştırılmalı; herhangi bir dış faktör varsa gereken mukabil tedbirler alınmalı, faciaya bir teknik arıza sebep olmuşsa kazakırım çalışması titizlikle yapılarak kamuoyu aydınlatılmalıdır.

12 Kas 2025 - 12:18 YAYINLANMA
Sayın Genel Başkanlar Değerli Milletvekilleri Grup toplantımızı teşrif eden değerli misafirler Bizi ekranları başında izleyen saydıdeğer vatandaşlarım,

Değerli Kardeşlerim, Geçen hafta içinde bulunduğumuz sistemik çürümenin aşılabilmesi için artık reformların yetersiz olduğunu söylemiş ve zihniyet, ahlak, hukuk, sosyo-ekonomik ve kurumsal bir devrim yaşamamız gerektiğinin altını çizmiştim. Son bir hafta içinde yaşadıklarımız neşter atılması gereken toplumsal hastalıklarımızı bir kez daha ortaya çıkardı. Toplumsal düzenin zihniyet düzeyinde mayası ortak aidiyet bilinci, temeli başta adalet olmak ortak ahlaki değerler, sütunları hukuk düzeni, işlevsel yapısı ekonomik üretim ve paylaşım düzenidir. Ey iktidar sahipleri ve muhalefet partileri! Feryadıma kulak verin! Hiçbir siyasi kaygı gözetmeksizin ve tarihte başta Osmanlı devletimiz olmak üzere çözülmüş birçok devleti incelemiş bir ilim adamı olarak söylüyorum: Maalesef toplumsal düzenimizin bu bağları çözülüyor. İçinde yaşarken göremediğimiz bu gerçek toplumsal düzeni bir enkaz haline getirdiğinde hepimiz bu yıkımın altında kalırız. Birçok büyük devlet bu unsurları gözardı ettiği için arkeolojik kalıntılar haline dönüştü, birçok millet başka milletlerin boyunduruğu altında asimile oldu! Herkesin kısır ve dışlayıcı kimlik tartışmaları içinde boğulduğu ve karşı tarafı kendi tanımına mahkûm etmek için ortak tarih bilincinden koparak kendi tarihi kutsallarını ve tarihi deccallarını oluşturmaya çalıştığı bir toplumun ortak bir zihniyette buluşması çok zordur. Sığ sloganların çatıştığı zihinlerden ortak bir bilinç çıkmaz!

Toplumumuzun modern dönem siyasi akımlarını oluşturan muhafazakarlık, milliyetçilik ve seküler damarlarının sığlaşması ve diğer damarları ve hatta kendi damarı içindeki diğer kolları şeytanlaştırması beni ciddi şekilde kaygılandırıyor! Toplumumuzun zihniyet düzeyinde ayrışması ve nerdeyse lime lime dağılma emaresi göstermesi bana büyük ızdırap veriyor! Hiçbir siyasi damarın ana eserlerini okumadan sosyal medya düzeysizliği ile kamplara bölünenlerin varlığı toplumu iç ve dış kaynaklı her tür provokasyona açık hale getiriyor! Zihniyet düzeyindeki bu lime lime çözülme toplumsal düzenin ahlaki temellerini sarsıyor. Muhafazakarlarımız Rabbimizin “eşref-i mahlukat” derken insanlığı bir bütün olarak kastettiğini idrak etmeyip, İslam inancının Ömer b. Hattab’ı cehaletin zirvesinden Hz. Ömer olarak adaletin zirvesine taşıdığını unutup kendini mutlak kurtulmuş diğer herkesi mutlak sapkın görüyor, Milliyetçilerimiz Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” şiarını unutup millet varlığı içindeki farklı dil ve kimliklerin hayat alanını daraltarak ortak bir aidiyet oluşmasına imkân tanımıyor, Sekülerlerimiz çağdaş olduklarını iddia ederken insanlığın en evrensel değeri olan “İnsan hakları evrensel beyannamesinin” temel ilkelerine aykırı şekilde kendisi gibi düşünmeyenlere ileri-geri dikotomisi ile tepeden bakıyor. Peki bu çözülmeyi durdurmak için ortak paydamız ne? Ne bizi birleştirir ve ortak kader bilincine ulaştırır? Bütün ana siyasi damarların samimi düşünürlerine ve siyasetçilerine sesleniyorum. Gelin hep beraber bu damarları içselleştirici demokrasi kültürü ile buluşturalım. Unutmayalım, dışlayıcı yaklaşımların sonun hüsrandır; milletimize ve devletimize yazık ederiz. Ayrıca tarihin bize öğrettiği acı bir gerçek vardır: Bugün dışlayan yarın dışlanır! Bakınız bütün bu üç damarın birleştiği temel olgu, eşref-i mahlukat olan insan, devleti yaşatan insan, birey haklarına sahip olan insan! Özetle insan, insan, insan! İnsan özünü kavramayan ne mümin olabilir ne millet olabilir ne de evrensel birey olabilir! Yüreğimden gelen bütün bir feryatla çağrıda bulunuyorum. Gelin kardeşlerim çok geç olmadan insan ortak paydasında buluşalım, insan onurunu yüceltelim, gücü birbirimizi küçük düşürmekte değil, birbirimizi yüceltmekte bulalım!

 Bu da ancak ortak hukuk anlayışı ile mümkün olabilir. Birbirinden emin olamayanlar Müslüman, birbirini sevemeyenler millet, birbirinin hukukuna saygı gösteremeyenler çağdaş olamaz! Burada da ölçü açıktır: Kendin için istediğini başkaları için istemezsen, kendin için talep ettiğin adaleti başkasından esirgersen, “insanlara iyiliği tavsiye ederken kendi nefsini unutuyor musun?” diyen temel ilke ile davranmazsan toplumsal düzenin öznesi olamazsın; toplumsal kaosun ve fitnenin sebebi olursun! “Terörsüz Türkiye, Terörsüz Bölge” sürecini bu oratak aidiyet bilinci çerçeevsinde destekledik. Bu sürece ilişkin tüm yapıcı adımları desteklediğimizi, meseleye bu çerçeveden bakanlarla da omuz omuza olduğumuz bir kez daha vurgulamak isterim. Atılan adımların hukukla pekiştirilmesi önemli olmakla birlikte asıl sorun kaynağımızın meselenin içindeki tüm kesimler açısından ZİHNİYET olduğu unutulmamalıdır. O yüzden meselenin temellerine inmekle birlikte yeni bir PARADİGMA İNŞASI’na da girişmek kaçınılmazdır. Yeni paradigma hem bölünme kaygısını, hem aidiyet problemini, hem de genel anlamda birlikte yaşama tasavvurunu geliştirecek yöntemler ve pratikler inşa etmeyi içermelidir. Üstelik sadece ülkemizde değil, Arabın, Kürdün, Farsın ve Türkün nefes alıp verdiği tüm coğrafyalarda. Gelecek hafta Kuzey Irak’ta Duhok’da katılacağım forumda da bu foruma katılan Türk, Kürt ve Arap katılımcılara bu temel çerçeve içinde seslenecek, emperyalist v yeni-sömüregeci düzen kurma çabalarına karşı birlik çağrısında bulunacağım. Değerli kardeşlerim, Son günlerde bu çerçevede ve bir neslin serüveni bağlamında derin bir hüzünle bir muhasebe yaptım. Bizim nesil insanlarımıza özgürlük, güvenlik ve adalet, milletimize istiklal ve refah, devletimize ikbal ve güç vaadi ile hayatımızı planlamış, siyaseti bu bağlama oturtmuştuk! Çoğu zaman “siyasete ne zaman ve nasıl girdiniz?”sorusu ile karşılaşırım. Bu soruya cevabi bir soruyla cevap veririm: Hangi siyaset? Geniş anlamda değerlere dayalı adalet düzeni için mücadele anlamında ilkokulda, politik alanda iktidar mücadelesi anlamında 2008’de diye cevap veririm! Niçin 2008? O vakte kadar kendime hep zihniyet inşa eden ve insan yetiştiren bir ilim adamı misyonu çizmiş ve daha üniversite yıllarımda hoca unvanı ile anılmaya başlanmıştım. Bunun için ilki 1995 seçimlerinde Erbakan hocamız tarafından olmak üzere üç genel seçimde milletvekili teklifini, iki kez de bakanlık teklifini reddetmiştim. Son olarak 2007’de sayın Erdoğan önce seçimlerde milletvekilliğini sonra da Sayın Gül CB olunca Dışişleri Bakanlığını teklif edince ilim hayatına dönmek istediğimi, milli ve evrensel değerleri özgün bir şekilde buluşturacak yeni bir aydın/mütefekkir/alim prototipini yetiştirmek üzere bir üniversite kurmak istediğimi söyleyerek ve yürütmekte olduğum görevlere güvendiğim arkadaşları tavsiye ederek özür beyan etmiştim. Tam planladığımız şekilde ilim hayatına dönmek üzere istifa aşamasındayken 17 Mart 2008’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının AK Parti hakkında kapatma talebiyle dava açtığı haberi gündeme bomba gibi düştü. O zaman Başbakanımız Sayın Erdoğan’a giderek “bu kapatma davası sadece size ve AK Partisine karşı değil dokuz ay önce bize ülke yönetme yetkisi veren milletimize ve yeni yeni kökleşmeye başlayan demokrasimize savaş ilanıdır, ben sizi bu savaşta yalnız bırakmayacağım, siz ne yapmamı isterseniz yapmaya hazırım” demiştim. Duygusal bir atmosfer yaşadıktan sonra “o zaman bakanlığı ve siyaset teklifim reddetmeyeceksiniz hocam” demişti. “Savaşta mevkinin değil görevin tanımı olur” diye cevap vermiştim. İşte güç politikası anlamında dar siyasete o gün girmiş ve geniş anlamda değerlere dayalı siyasetin imkansızlığını gördüğüm anda da arkama bakmadan bırakmıştım. Dün aradan geçen 17 yıl sonra İBB soruşturması sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianame ve sonrasında yaşananları görünce nereden nereye geldik diye başımı iki elimin arasına alıp düşündüm. İddianame 3741 sayfa. Hukukçu arkadaşlarımız inceliyor. Aylardır vurguladığım benim için hayat felsefi olan bir ilkeyi tekrar vurguluyorum: iktidar veya muhalefet kim yaparsa yapsın yolsuzluklara karşı en kararlı mücadeleyi verelim ve kim tüyü bitmemiş yetimin hakkına el uzatmışsa o el kırılsın, kim emeğiyle, alın teriyle geçinmeye çalışan 86 milyonun hakkına göz dikmişse, o gözler oyulsun! Ama sormak gerekmez mi şimdi? İddianamenin ana odağını oluşturan “örgütün amaçları kapsamında maddi zenginleşme, bu yolla CHP’yi ele geçirme ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı için fon oluşturma” iddiası ise bu suçları kökten yok edecek olan “siyasi ahlak”, “siyasetin finansmanı”, “ihale yasası”, “imar yasası” gibi reform yasalarımıza niye karşı çıktınız ve üzerimize Sorosçu pelikan çetelerini sürerek önümüzü ahlaksız yöntemlerle niye kestiniz! Geldiğimiz yerden memnun musunuz? İDDİANAME AÇIKLANDIKTAN SONRA İSTANBUL BAŞ SAVCILIĞININ CUMHURİYET HALK PARTİSİNİN KAPATILMASI İÇİN YARGITAY BAŞ SAVCILIĞINA BİLDİRİMDE BULUNDUĞU HABERLERİ İSE TAM BİR FACİA. GEREKÇE, ANAYASANIN 68-69 VE SİYASİ PARTİLER KANUNUNUN 101 MADDESİNİN İHLALİ. SAVCILIK CUMHURİYET HALK PARTİSİ HAKKINDA, SUÇTAN KAYNAKLI PARALARLA PARTİYE BİNA ALMA, KİŞİSEL VERİLERİ HUKUKA AYKIRI ŞEKİLDE YAYMA SUÇLAMALARIYLA ANAYASANIN 68-69 MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİNİ İDDİA EDİYOR VE SİYASİ PARTİLER KANUNUN 101. MADDESİNİN UYGULANMASINI YARGITAY BAŞAVCILIĞINDAN İSTİYOR. PEKİ 101. MADDE BAŞLIĞI NE? ‘’ANAYASADAKİ YASAKLARA AYKIRILIK HALİNDE PARTİLERİN KAPATILMASI’’ SONRA BAŞSAVCI BİR AÇIKLAMA DAHA YAPIYOR Diyor ki; ‘’Biz kapama istemedik, Yargıtay Başsavcılığına bildirimde bulunduk’’ Sayın Savcı sana kim sözünün arkasında durma dedi? Hem bu bildirimi yapıp hem de “kapama istemedik” diyerek bu milletin aklıyla dalga mı geçiyorsun? ORADA DURUN BEYLER , BU ÜLKE PARTİ KAPATMA DAVALARINDAN ÇOK ÇEKTİ. SÖZLERİME BAŞLARKEN DE SÖYLEDİM. BENİM SİYASET YAPMAYA KARAR VERİŞİM BİR ÇOK TEKLİFİ DAHA ÖNCE REDDETMİŞ OLMAMA RAĞMEN AK PARTİYE KAPATMA DAVASI AÇILMASI İLE OLDU. BAŞTA VURGULADIĞIM İLKELER IŞIĞINDA KENDİM İÇİN İSTEDİĞİM ADALETİ RAKİPLERİM İÇİN DE İSTERİM. EN NET ŞEKİLDE SÖYLÜYORUM: ANA MUHALEFET PARTİSİNE KARŞI KAPATMA DAVASI AÇILMASININ KİMSEYE BİR FAYDASI OLMAZ. BUNUN DÜŞÜNÜLMÜŞ OLMASI BİLE KABUL EDİLEMEZ. SUÇ İŞLEYEN CEZASINI ÇEKSİN, PARTİ KAPATARAK VE SİYASİ YASAKLARLA SİYASETİ DİZAYN ETMEYE KALKIŞMAYIN. 3Y’NİN BİRİNCİ MADDESİNİN YASAKLAR OLDUĞUNU UNUTMAYIN! Hiçbir şeyde anlaşamıyorsak adalet ilkesinde ve hukuk düzeninde anlaşalım! Değerli Kardeşlerim, Bir başka tablo üretim ve paylaşım düzenindeki çarpıklığı açık bir şekilde gözler önüne seriyor. Üçü kız çocuğu üçü kadın altı vatandaşımızı kaybettiğimiz Dilovasında kozmetik fabrikasında çıkan yangından bahsediyorum. Arkadaşlar en baştan, açıkça tespit edelim bu trajik hadisenin adını: Bu bir sistemik cinayet vakasıdır. Hayatın olağan akışı içinde gerçekleşmiş bir kazadan bahsedemiyoruz maalesef. Bu yüzden de kahroluyoruz! “İhmaller Zinciri” diye bir terkip dilimize pelesenk olmuş, her hadisede bundan bahsediyoruz: “İhmaller Zinciri” Arkadaşlar, “ihmaller zinciri” denetimsiz, yozlaşmış bozuk düzenlerde olur. Eğer bir yerde “ihmaller zinciri” adı verilen karartma, saklama, gizleme, göz yumma operasyonları varsa, orada siyasi cinayetler işleniyor demektir.

 Doğru işleyen ahlaki bir yapısı, işlevsel bir planlaması olan düzenlerde ihmal ya da hatalar olur. Yoksa bu kadar rezillik, bunca ahlaksızlık ve pespayelik, onca vicdansızlık, bunca kanunsuzluk ardı ardına sıralanmaz. Çocuk işçi çalıştırmaktan sigortasız işçilere, “Yıkım kararı”nı göz ardı etmeden, can güvenliği olmayan şartlarda çalışmaya kadar şikayetler ardı ardına geldiği halde göz yummalar, geçiştirmeler varsa bir olayın içinde, insan eliyle işlendiğine bakmayın, bu açıkça SİSTEMİK BİR CİNAYETTTİR. Bu cinayette sorumlu bu yoz düzen, bu çürümüş sistemdir. Sorumlular, bu kokuşmuş düzenin çürümüş kurumlarıdır. Kurumları çürüten ve işlevsiz hale getiren de Allah’tan korkmayan, ehliyetsiz liyakatsiz kadrolardır. Akrabayı, yakını kollayan; arkası olana dokunulamayan, iktidara yakınsa, sırtını oralardaki kodamanlara dayamışsa hukuksuzluklarını, günahlarını bir şekilde gözlerden kaçıran, denetimden ari şekilde işlerini bir şekilde yürütenler sınıfı diye bir sınıf oluşmuşsa bir sistemde, orada suçlu bu yozlaşmış kurumlardır! Gözünü sermaye hırsı bürümüş arsızlar, tamahkarlar, ahlaksızlar, katiller de işte ancak böylesi bir yoz düzende mantar gibi çoğalırlar. Çünkü toprak onlar için münbit hale getirilmiştir! Tıpkı Kartalkaya’da olduğu üzere, tıpkı bebek katilleri “Yeni Doğan Çetesinde olduğu üzere, tıpkı “yüzyılın depremi” denen ama rant hırsıyla gözleri kör olmuşların kollandığı imar skandallarında olduğu üzere benzerlerini sürekli yaşadığımız sistemik cinayetler bir iklimin eseri! Bu iklimi yaratan siyasi ve bürokratik sorumlular hesaba çekilmedikçe “görevden alındı” ya da “görevden affı kabul edildi” gibi kavramlarla istifa ve sorumluluk mekanizmaları göz ardı edildikçe bu iklim değişmez, kirlenme devam eder. O rant ve koruma kollama düzeninin faturaları bazen can yakan felaketlere, bazen bahis ve şike soruşturmalarında olduğu gibi ülkeyi örümcek ağı gibi saran çürümüşlüklere sebebiyet vermekte. Yüreğim yanıyor, içim acıyor. Hepimiz ana-babayız. Size şimdi geçim derdinden ötürü eşinin adına “atölye” denen tabutlukta çalışmasına göz yummak zorunda kalan bir aile babasının, bir eşin feryadını ileteceğim Faciada hayatını kaybeden 3 çocuk annesi Esma Dikan’ın eşi diyor ki: “Şikayet ettim, kimse bir şey yapmadı. Çalışanlara da söyledim. ‘Yangın merdiveni yok’ dedim. ‘Yanıcı madde’ dedim. Burada 7-8 kişinin sigortası var, gerisinin yok. İki ay önce bir gün ‘İşe gitme artık’ dedim. Kapıya geldiler. ‘Senin eşin iyi çalışıyor, bize lazım, sigortasını yapacağız’ dediler. Bir türlü yapmadılar. 20 bin lira kira veriyorum. Üç çocuğum var. Asgari ücretle çalışıyorum. Bu durumda olmasam eşimin burada çalışmasına izin vermezdim. Geçim derdinden…” diyor. Eğer siz yarattığınız bozuk düzende suistimal edilen, hakları gaspedilen, hayatları hiçe sayılan bir kölelik düzeni yaratırsanız, köle sahibi olmak isteyen vicdansızlar da elbette yeri göğü sarar. Bunlar öyle vampirler ki; gariban vatandaşın sigortasını yapmaz ama iş bavulla yurt dışına kaçmaya geldi mi o bavulların içini dolduracak ganimetleri hep vardır. Sizler de iş işten geçtikten, canlar yandıktan, aileler perperişan olduktan, medya ihmallerin üzerine odaklandıktan sonra soruşturmalar açarak sorumluluktan ariymiş gibi pozlar takınmayı sürdürürsünüz! Oysa dönüp aynaya bakmanız lazım! Yahu adamlar mahalle arasında, tehlikeli maddelerle, iş bilmez kadrolarla üretim yapıyorlar; İŞKUR yanıbaşlarında ama yıllardır çocuk işçi çalıştırıyorlar; Sigortasız işçi çalıştırıyorlar; Atölyenin yıkım kararı dört yıldır uygulanmıyor ama gelin görün ki bu failler bazı kodamanların akrabası, yeğeni şusu busu olduğu için cinayet mahalline dokunulmuyor; CİMER’e yapılan tüm şikayetlere rağmen “dokunulmazlık zırhı” orada işliyor. Şu kepazeliğe bakın ki deşildikçe altından neler çıkıyor. Adamlar mesleği, holding sahibi dayılarından öğrenmişler. Onun da 140 bin litre dezenfektanı, tehlikeli madde içerdiği için Avrupa’dan iade edilmiş ama pandemide Milletin Meclisine de dezenfektan satmış bu adamlar. Şimdi de herkes birbirine soruyor “acaba o dezenfektanlar Avrupa’dan iade edilenler mi?” diye. Durun daha bitmedi! O malum dayının adı 2021’de Alman gümrüğünde yakalanan Kolombiya-PanamaABD-Almanya hattında Türkiye alıcılı 111 kilogram siyah kokainle de anılıyor. Hani derler ya “Dayın varsa arkan sağlam”; “Dayın varsa işlerin yürür”. Bu dayı da onlardan işte. Bataklıktaki dayılar düzeninin aparatlarından biri olan bu adam suçu gariban bir çalışanının üzerine atmış ve paçayı sıyırmış o dönemlerde de. Üstelik savcılık, 20 bin lira maaşlı çalışanın kâğıt üzerinde patron olduğunu tespit ettiği halde birkaç ay sonraki duruşmada çalışanı tutuklamış, esas patronu da salıvermiş. Yani onu da birileri koruyup kollamış. Yani “Korunup Kollananlar Düzeni” de diyebiliriz bu çürümüşlüğe! Zincirleme demiştik ya!

Dayı yeğenlerini kolluyor, dayıyı da kollayan başka ağa-paşa-kodamanlar var. Zincir uzayıp gidiyor! Nereye dokunsan zincirleme başka yerlere uzanıyor. Dedik ya sistemik çürümüşlük, sistemik cinayetler diye. Şimdi soruyorum yeniden: 2021’de o atölyeye “kaçak yapı” gerekçesiyle yıkım kararı verildiği halde kimler tarafından kollandı bu caniler? İŞKUR’un, tüm şikayetlere rağmen dibindeki bu müesseseye gitmesini kim engelledi? Faillere yataklık yapan İŞKUR’daki sorumlular kimler? Feryat edenler yalnızca ihmallerde kurban olanların aileleri değil ki! Herkes, her kesim feryatta! Sayın cumhurbaşkanına samimi bir şekilde buradan sormak istiyorum. Gerçekten bu kapıların kapatıldığını bilmiyor musunuz? Olup bitenden gerçekten haberiniz var mı? Sizi bilgilendiriyorlar mı? Yoksa İl başkanı bulamazsınız dediğiniz değişikliklere karşı çıktıktan sonra bulduğunuz kişilerden kimse size hakikatleri söylemiyor mu? Kalitenin de Sistemik çürümenin de toptan bir tercih olduğunu, bir yerdeki bozulmanın başka yerlere de sirayet edeceğini hiç düşünmediniz mi? Şimdi bırakın düzeltecek bir iradeyi, halının altına süpürerek, konuşulması yasaklanarak, inkar edilerek, bu çürümenin heryere hızla sirayet etmesi, tabiri caizse metastaz yapması durdurulabilir mi? Siyasi ahlak yasası temelli reformları savunduğumuz günlerde bütün uyarılarımızı bugünlerde yaşanan faciaları engellemek için yapmıştık! O gün bu uyarıları fitne olarak yorumlayanlarla bugün de kapıları kapatan ve çürümeyi inkar edenler aynı çevreler! Siyaseti şahsi çıkarları için kullanan ve ikballerini düşünen kifayetsiz muhterislerden oluşan bu çevrelerle üstat Necip Fazıl’ın deyişiyle “Anadolu büyüklüğündeki dava taşını gediğine koymamıza” engel olanlar aynı çevreler! İçinde bulunduğumuz yozlaşma ve çürüme bu hakikati hepimizin gözünün önüne seriyor! Keşke haklı çıkmasaydım. Peki soralım o vakit; Yalan mıymış yaptığı şikayetlere, isyanlara, feryatlara cevap alamamak, çare bulamamak! Yalan mıymış, geçim derdinden 3 kuruşa güvencesiz çalışırken yok edilen hayatlar! Sadece onlar mı herkes feryat içinde! Kirasını ödeyemeyen emeklisi, Çocuğunun yüzüne bakamamayı geçtik, evladını sigortasız işlere koşan emekçisi, işsizi, yaşlısı.

Hangisine açık ki o kapılar. Evet, aramızda emekliler var. Emekli derneklerini buradan selamlıyorum. Onların herbiri birer kahraman. Zira birileri faiz lobilerini doyurmak için devletin matbaasını 7/24 çalıştırırken; açlık sınırının neredeyse yarısına tekabül eden maaşlarla geçinmeyi becerebilen bu insanlarımız alkışlanmaz mı? Ülkeyi öyle bir hale getirdiler ki; Cumhuriyet tarihinde böyle bir utanç görülmedi. Bazı emlak ilanlarında “emekliye ev yok” diye not düşüldüğünü biliyor muydunuz? Ey muktedirler! Siz ne hakla bu ülkeyi milyonlarca emeklimizin onuruyla oynandığı, emekliyi insan yerine koymayan bir ülke haline getirebilirsiniz? Siz ne hakla azgın bir azınlığı halkın parasıyla semirip, emeklimizi 3 kuruşa mahkum hale getirirsiniz? Fakire, fukaraya, emekliye kapanan bu kapılar rantiyeciye, ihale kovalayana, faiz lobilerine, müteahhide, vergi aflarıyla, istisnalarla semirilenlere ardına kadar açık! Bahis kirliliğine bulaşan binden fazla futbolcu, hakem, yönetici de girmiş o kapılardan, Borsada küçük yatırımcıyı yutan, aldatan, spekülasyonlarla ceplerini dolduranlar da; mala mülke çökenler de girmiş, mala mülke çökenlere çökenler de! Rüşvet skandallarıyla yargı mekanizmasını kirletenler de girmiş o kapılardan, servet el değiştirirken sırasını bekleyenler de. “Kamuda Gelir Uzmanlığı” sınavında ilk 10’a girdiği halde mülakatta elenip iş bulamayan ya da kuryelik gibi işler yapmaya mahkûm edilen Salih oğlumuz o kapıdan giremedi ama aynı mülakatlarda kayırdığınız, başkalarının haklarını gasp ederek iş güç sahibi ettikleriniz girebildi o kapıdan. KÖİ projelerine yaratılan kaynaklar ve ağzı sulanarak bekleyen faiz lobileri o kapıdan girmiş, milletin hazinesini talan edenler o kapının ardındaki koltuklara kurulmuş ama emanetin asıl sahibi, hazinenin asıl sahibi borca, harca, sömürü düzenine, işsizliğe mahkum edilmiş. Değerli kardeşlerim, Böyle kural tanımaz gaddarlar insan hayatını yok eden şartlarda üretim yaparak cinayet işlerken dürüst sanayicilerimiz can çekişiyor. Son üç hafta içinde İSO, TÜSİAD, MÜSİAD, Hazır Giyimciler Derneği’den sonra dün de ASO yetkilileri ile görüştüm. Yine hiçbir siyasi hesap yapmaksızın uyarıyorum! Eğer acil tedbirler alınmazsa ülkenin üretim çarkları duracak ve ülke üretimsiz bir finansa rantiye ve hizmet alanu haline dönüşecek!

Türkiye’nin en büyük gücü olan Afroavrasya merkezinde bir üretim üssü olma niteliği kayboluyor! Tarımda üretim alanlarının. Her geçen gün daralması yanında, sanayide fabrikalar kapanıyor! Sanayicilerimiz en temel ekonomi ilkelerinden kopuk faiz-kur-enflasyon sarmalında can çekişiyor! Ne yapılırsa yapılsın yılların biriktirdiği sarmalın çetin duvarları aşılamıyor! Yüksek faiz sanayicinin ümüğünü sıkıyor, düşük kur ihracata dönük sanayiciyi rekabetten koparıyor, yüksek enflasyon üretim planlamasını imkansız kılıyor! Bu tablonun en çarpıcı göstergesi Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanının fabrikasını satışa çıkarması! Bu sarmalı kıracak adımlar çıkarcı rantiye ve onlarla işbirliği yapan siyaset eliti tarafından engelleniyor! Evet zihniyet, ahlak ve hukuk devrimi yanında üretim-paylaşım düzenin yendine kuracak bir ekonomi-politik devrim, bir sosyo-ekonomik devrim şart! Artık pansuman tedbirlerle çözüm bulunamaz! Değerli Arkadaşlar Peki 2026 bütçesinde bu sarmalı kıracak bir ipucu görüyor musunuz? Nerede? Yine faizciyi, rantiyeyi kayıran bir bütçe ile karşı karşıyayız! Bu yıl takriben 2 trilyon ödediğimiz faize 2026’da tam 2.7 trilyon para ödeyeceğiz. Bu rakam toplam bütçenin yaklaşık %14,5'ini oluşturmakta ki bu da bütçenin faize çalıştığını göstermekte. Aziz kardeşlerim! Arkadaşlarıma bütçe açıklarıyla ilgili bizatihi resmi kaynaklardan inceleme yapmalarını rica ettim. 2015 yılından bu yana ortaya çıkan tablo vahimdi. Üstelik bütçe açıklarının yükü vatandaşın sırtına yüklenmişti. Açık, 2015’te 2,4 milyar TL iken 2019’da 131,6 milyar TL’ye yükseliyor. Yani düşünebiliyor musunuz? Tam 55 kat artıyor. Ama durun, esas vahim tablo bundan sonra. Hadi 2020’de pandemi etkisiyle diyelim, bütçe açığı 199 milyar TL’ye yükseliyor. Lakin ne olduysa 2023’te oluyor, ama sadece deprem değil, vergi afları ve artan faiz maliyeti sonucu açık 7 kattan fazla artarak, tam 1 trilyon 376 milyara ulaşıyor.

2024 yılında ise bütçe açığı tarihi bir rekor kırıyor. Bizim dönemimizde 2.4 milyar lira olan açık, tam 881 kat artarak 2 trilyon 115 milyara çıkıyor. İnanılacak gibi değil !!! 2023–2024 arasında sadece iki yılda toplam açık 3 trilyon 490 trilyonu buluyor. Sevgili dostlar, tekrar hatırlatıyorum ki bunlar devletin kurumlarının resmi rakamları !!! İşin daha ilginç yanı ve bu sistemin özünü de ortaya koyan tarafı şudur: 2026’da vergi istisnaları ve muafiyetleri toplam 3 trilyon 597 milyar lira düzeyinde hesaplanmaktaktadır ki; bu tutar toplam vergi gelirlerinin %23’üne, toplam gelirin %22’sine ve bütçe açığının tam %133’üne karşılık gelmektedir. Bu rakamlar da aslında bize şu acı gerçeği göstermektedir ki bütçe açığının önemli bir bölümü, tercih edilmiş vergi kayıplarından kaynaklanmaktadır. Bu da açıkça vatandaşın aleyhine, kodamanların lehine siyasi bir tercihtir! Yani “ekonomi mucizesi yaratılacak”; “ekonomi şahlanacak“, “milli ekonomi modeli ülkeye çağ attıracak” hamasi nutuklarını ata ata, ihaleciyi, yandaşı kollayan, kodamanları şahlandıran ama halkın belini, sırtını, boynunu büken bir model ve o modelin bedeli olan fatura işte bu! Hani diyoruz ya emekli, işçi, memur geçinmekte zorlanıyor diye. Bunlar da dediler ya yıllarca yok ‘dış sebepler’, yok ‘pandemi şu bu’. İşte hiç de öyle olmadığını anlatıyor bize bu veriler. Düşünebiliyor musunuz? Asgari ücret muafiyeti hariç tutulan vergi harcamaları yaklaşık 2,5 trilyon lira ve bu tutar, 2026 bütçe açığının %92’sine denk gelmekte. Ne demektir bu? Şu demektir ki bütçe açığına yol açan şey “kaçınılmaz mali koşullar” falan değil, bizatihi siyasi tercih olarak sürdürülmüş geniş ölçekli vergi kıyaklarıdır. Sosyal politikalara ayrılan kaynaklar sınırlı kalırken, milyarlarca liralık vergi avantajları bazı şirket ve sermaye gruplarına yönelmiş; üstelik bu istisnaların büyük kısmı performans veya istihdam yaratma koşullarına bile bağlı olmadan sağlanmıştır. İşte ahvalimiz bu arkadaşlar. Belimizi neden doğrultamadığımızın, neden gerçek bir tasarruf devrimi gerçekleştirmediğimizin, neden pekçok ülkede norm halini almış hakiki bir ihale yasası reformu yapamadığımızın kök sebepleri bunlar işte. “Bozduğumuz ekonomik şartlarda bizimkilerin gemisi yürüsün de gerisine bakarız” zihniyetinde olanlara sesleniyorum! Hani nas? Nas nerede? “Malı öyle bir paylaştırın ki o mal, sadece belli bir zümre arasında dönüp dolaşan bir emtia haline gelmesin!” buyuruyor nas! Fildişi kulelerde duyan var mı bu kutsi sözleri?

Değerli kardeşlerim Gelir adaletsizliğinin tavan yaptığı, rekorlar kırdığı bir yerde milleti masallarla ya da sözde nedamet cümleleriyle avutamazsınız! Bakın bugün ülkenin yüzde 20’lik en alt gelir grubu, toplam gelirin sadece 6.3’ünü alırken, bu gurubun harcamaları içinde gıdanın payı 30.4’tür. Yani bu grup herşeyini, varlığının önemli bir kısmını sadece çocuklarının boğazından geçecek lokmaların hesabına ayırmakta, aç kalmamak için mücadele vermektedir. Bozduğunuz çarklarla, yarattığınız sınıflar arası uçurumla yüzleşmek zorundasınız! Ey iktidar sahipleri, birazdan sayacağım gerçeklerle yüzleşmek zorundasınız! Bunlar, hayalet muamelesi yaptığınız TÜİK sepeti değil! Gerçekler, gerçekler! Enflasyonla vergilerin işçi ücretlerinde yarattığı 10 aylık kayıp tam 1.8 trilyon lira. İşçinin yaşadığı bu 1.8 trilyonluk kayıp neye takebül ediyor biliyor musunuz? Yıllık kazancının tam % 51’ine !! Sen daha o milli gelir hesabını yaparken işçinin, emekçinin kazancı yarı yarıya erimiş halde! Var mı o hesabın içinde bu gerçeklik de!? Düşünün ki bu yıl KÖİ yükümlülüklerinde ötürü 44 firmaya tam 238 milyar lira ödeme yapacaksınız! Bu demektir ki zaten dolaylı vergilerle üzerine çöreklendiğiniz çiftçi Mehmet’e, emekli Ayşe hanıma, işsiz gençlere daha az kaynak aktarımı, sosyal projelerde azalma, hizmetlerde gerileme, yani bütçe dengesi ve adil paylaşım noktasında yapısal eşitsizlikleri daha fazla körükleyeceğiniz anlamına gelmekte. Aziz Milletim; Her alanda girdiğimiz kriz sarmalının tek çözüm yolu gerçek bir Temiz Siyaset devrimi yapmaktır. Bu konuda ümidinizi asla kesmeyin! Bu zihniyet, ahlak, hukuk, ekonomi-politik ve kurumsal devrimleri yapacak insan unsuru vardır! Sizlerin önüne yeni bir tarihi yol açmak üzere harekete geçmiş olan bizler varız! Omuz omuza verecek, ülkemizin üzerindeki kara bulutları dağıtacağız! Gelecek bizimdir! Gelecek Hak ve halk rızası için çalışanlarındır! Allah’a emanet olunuz!

 

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: