Sayın Genel Başkanlar Değerli Milletvekilleri Grup toplantımızı teşrif eden değerli misafirler Bizi ekranları başında izleyen saydıdeğer vatandaşlarım,
Hepinizi saygıyla muhabbetle selamlıyorum. Her şeyden önce, Azerbaycan’dan havalanarak Gürcistan sınırında düştüğünü büyük bir üzüntüyle öğrendiğimiz askeri kargo uçağımızdaki tüm personele Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum. Rabbim tüm şehitlerimize merhametiyle muamelede bulunsun, acılı ailelerine ve yüce milletimize sabırlar ihsan eylesin. Bu facianın nedenleri en detaylı bir şekilde araştırılmalı; herhangi bir dış faktör varsa gereken mukabil tedbirler alınmalı, faciaya bir teknik arıza sebep olmuşsa kazakırım çalışması titizlikle yapılarak kamuoyu aydınlatılmalıdır.
Bu da ancak ortak hukuk anlayışı ile mümkün olabilir. Birbirinden emin olamayanlar Müslüman, birbirini sevemeyenler millet, birbirinin hukukuna saygı gösteremeyenler çağdaş olamaz! Burada da ölçü açıktır: Kendin için istediğini başkaları için istemezsen, kendin için talep ettiğin adaleti başkasından esirgersen, “insanlara iyiliği tavsiye ederken kendi nefsini unutuyor musun?” diyen temel ilke ile davranmazsan toplumsal düzenin öznesi olamazsın; toplumsal kaosun ve fitnenin sebebi olursun! “Terörsüz Türkiye, Terörsüz Bölge” sürecini bu oratak aidiyet bilinci çerçeevsinde destekledik. Bu sürece ilişkin tüm yapıcı adımları desteklediğimizi, meseleye bu çerçeveden bakanlarla da omuz omuza olduğumuz bir kez daha vurgulamak isterim. Atılan adımların hukukla pekiştirilmesi önemli olmakla birlikte asıl sorun kaynağımızın meselenin içindeki tüm kesimler açısından ZİHNİYET olduğu unutulmamalıdır. O yüzden meselenin temellerine inmekle birlikte yeni bir PARADİGMA İNŞASI’na da girişmek kaçınılmazdır. Yeni paradigma hem bölünme kaygısını, hem aidiyet problemini, hem de genel anlamda birlikte yaşama tasavvurunu geliştirecek yöntemler ve pratikler inşa etmeyi içermelidir. Üstelik sadece ülkemizde değil, Arabın, Kürdün, Farsın ve Türkün nefes alıp verdiği tüm coğrafyalarda. Gelecek hafta Kuzey Irak’ta Duhok’da katılacağım forumda da bu foruma katılan Türk, Kürt ve Arap katılımcılara bu temel çerçeve içinde seslenecek, emperyalist v yeni-sömüregeci düzen kurma çabalarına karşı birlik çağrısında bulunacağım. Değerli kardeşlerim, Son günlerde bu çerçevede ve bir neslin serüveni bağlamında derin bir hüzünle bir muhasebe yaptım. Bizim nesil insanlarımıza özgürlük, güvenlik ve adalet, milletimize istiklal ve refah, devletimize ikbal ve güç vaadi ile hayatımızı planlamış, siyaseti bu bağlama oturtmuştuk! Çoğu zaman “siyasete ne zaman ve nasıl girdiniz?”sorusu ile karşılaşırım. Bu soruya cevabi bir soruyla cevap veririm: Hangi siyaset? Geniş anlamda değerlere dayalı adalet düzeni için mücadele anlamında ilkokulda, politik alanda iktidar mücadelesi anlamında 2008’de diye cevap veririm! Niçin 2008? O vakte kadar kendime hep zihniyet inşa eden ve insan yetiştiren bir ilim adamı misyonu çizmiş ve daha üniversite yıllarımda hoca unvanı ile anılmaya başlanmıştım. Bunun için ilki 1995 seçimlerinde Erbakan hocamız tarafından olmak üzere üç genel seçimde milletvekili teklifini, iki kez de bakanlık teklifini reddetmiştim. Son olarak 2007’de sayın Erdoğan önce seçimlerde milletvekilliğini sonra da Sayın Gül CB olunca Dışişleri Bakanlığını teklif edince ilim hayatına dönmek istediğimi, milli ve evrensel değerleri özgün bir şekilde buluşturacak yeni bir aydın/mütefekkir/alim prototipini yetiştirmek üzere bir üniversite kurmak istediğimi söyleyerek ve yürütmekte olduğum görevlere güvendiğim arkadaşları tavsiye ederek özür beyan etmiştim. Tam planladığımız şekilde ilim hayatına dönmek üzere istifa aşamasındayken 17 Mart 2008’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının AK Parti hakkında kapatma talebiyle dava açtığı haberi gündeme bomba gibi düştü. O zaman Başbakanımız Sayın Erdoğan’a giderek “bu kapatma davası sadece size ve AK Partisine karşı değil dokuz ay önce bize ülke yönetme yetkisi veren milletimize ve yeni yeni kökleşmeye başlayan demokrasimize savaş ilanıdır, ben sizi bu savaşta yalnız bırakmayacağım, siz ne yapmamı isterseniz yapmaya hazırım” demiştim. Duygusal bir atmosfer yaşadıktan sonra “o zaman bakanlığı ve siyaset teklifim reddetmeyeceksiniz hocam” demişti. “Savaşta mevkinin değil görevin tanımı olur” diye cevap vermiştim. İşte güç politikası anlamında dar siyasete o gün girmiş ve geniş anlamda değerlere dayalı siyasetin imkansızlığını gördüğüm anda da arkama bakmadan bırakmıştım. Dün aradan geçen 17 yıl sonra İBB soruşturması sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianame ve sonrasında yaşananları görünce nereden nereye geldik diye başımı iki elimin arasına alıp düşündüm. İddianame 3741 sayfa. Hukukçu arkadaşlarımız inceliyor. Aylardır vurguladığım benim için hayat felsefi olan bir ilkeyi tekrar vurguluyorum: iktidar veya muhalefet kim yaparsa yapsın yolsuzluklara karşı en kararlı mücadeleyi verelim ve kim tüyü bitmemiş yetimin hakkına el uzatmışsa o el kırılsın, kim emeğiyle, alın teriyle geçinmeye çalışan 86 milyonun hakkına göz dikmişse, o gözler oyulsun! Ama sormak gerekmez mi şimdi? İddianamenin ana odağını oluşturan “örgütün amaçları kapsamında maddi zenginleşme, bu yolla CHP’yi ele geçirme ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı için fon oluşturma” iddiası ise bu suçları kökten yok edecek olan “siyasi ahlak”, “siyasetin finansmanı”, “ihale yasası”, “imar yasası” gibi reform yasalarımıza niye karşı çıktınız ve üzerimize Sorosçu pelikan çetelerini sürerek önümüzü ahlaksız yöntemlerle niye kestiniz! Geldiğimiz yerden memnun musunuz? İDDİANAME AÇIKLANDIKTAN SONRA İSTANBUL BAŞ SAVCILIĞININ CUMHURİYET HALK PARTİSİNİN KAPATILMASI İÇİN YARGITAY BAŞ SAVCILIĞINA BİLDİRİMDE BULUNDUĞU HABERLERİ İSE TAM BİR FACİA. GEREKÇE, ANAYASANIN 68-69 VE SİYASİ PARTİLER KANUNUNUN 101 MADDESİNİN İHLALİ. SAVCILIK CUMHURİYET HALK PARTİSİ HAKKINDA, SUÇTAN KAYNAKLI PARALARLA PARTİYE BİNA ALMA, KİŞİSEL VERİLERİ HUKUKA AYKIRI ŞEKİLDE YAYMA SUÇLAMALARIYLA ANAYASANIN 68-69 MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİNİ İDDİA EDİYOR VE SİYASİ PARTİLER KANUNUN 101. MADDESİNİN UYGULANMASINI YARGITAY BAŞAVCILIĞINDAN İSTİYOR. PEKİ 101. MADDE BAŞLIĞI NE? ‘’ANAYASADAKİ YASAKLARA AYKIRILIK HALİNDE PARTİLERİN KAPATILMASI’’ SONRA BAŞSAVCI BİR AÇIKLAMA DAHA YAPIYOR Diyor ki; ‘’Biz kapama istemedik, Yargıtay Başsavcılığına bildirimde bulunduk’’ Sayın Savcı sana kim sözünün arkasında durma dedi? Hem bu bildirimi yapıp hem de “kapama istemedik” diyerek bu milletin aklıyla dalga mı geçiyorsun? ORADA DURUN BEYLER , BU ÜLKE PARTİ KAPATMA DAVALARINDAN ÇOK ÇEKTİ. SÖZLERİME BAŞLARKEN DE SÖYLEDİM. BENİM SİYASET YAPMAYA KARAR VERİŞİM BİR ÇOK TEKLİFİ DAHA ÖNCE REDDETMİŞ OLMAMA RAĞMEN AK PARTİYE KAPATMA DAVASI AÇILMASI İLE OLDU. BAŞTA VURGULADIĞIM İLKELER IŞIĞINDA KENDİM İÇİN İSTEDİĞİM ADALETİ RAKİPLERİM İÇİN DE İSTERİM. EN NET ŞEKİLDE SÖYLÜYORUM: ANA MUHALEFET PARTİSİNE KARŞI KAPATMA DAVASI AÇILMASININ KİMSEYE BİR FAYDASI OLMAZ. BUNUN DÜŞÜNÜLMÜŞ OLMASI BİLE KABUL EDİLEMEZ. SUÇ İŞLEYEN CEZASINI ÇEKSİN, PARTİ KAPATARAK VE SİYASİ YASAKLARLA SİYASETİ DİZAYN ETMEYE KALKIŞMAYIN. 3Y’NİN BİRİNCİ MADDESİNİN YASAKLAR OLDUĞUNU UNUTMAYIN! Hiçbir şeyde anlaşamıyorsak adalet ilkesinde ve hukuk düzeninde anlaşalım! Değerli Kardeşlerim, Bir başka tablo üretim ve paylaşım düzenindeki çarpıklığı açık bir şekilde gözler önüne seriyor. Üçü kız çocuğu üçü kadın altı vatandaşımızı kaybettiğimiz Dilovasında kozmetik fabrikasında çıkan yangından bahsediyorum. Arkadaşlar en baştan, açıkça tespit edelim bu trajik hadisenin adını: Bu bir sistemik cinayet vakasıdır. Hayatın olağan akışı içinde gerçekleşmiş bir kazadan bahsedemiyoruz maalesef. Bu yüzden de kahroluyoruz! “İhmaller Zinciri” diye bir terkip dilimize pelesenk olmuş, her hadisede bundan bahsediyoruz: “İhmaller Zinciri” Arkadaşlar, “ihmaller zinciri” denetimsiz, yozlaşmış bozuk düzenlerde olur. Eğer bir yerde “ihmaller zinciri” adı verilen karartma, saklama, gizleme, göz yumma operasyonları varsa, orada siyasi cinayetler işleniyor demektir.
Doğru işleyen ahlaki bir yapısı, işlevsel bir planlaması olan düzenlerde ihmal ya da hatalar olur. Yoksa bu kadar rezillik, bunca ahlaksızlık ve pespayelik, onca vicdansızlık, bunca kanunsuzluk ardı ardına sıralanmaz. Çocuk işçi çalıştırmaktan sigortasız işçilere, “Yıkım kararı”nı göz ardı etmeden, can güvenliği olmayan şartlarda çalışmaya kadar şikayetler ardı ardına geldiği halde göz yummalar, geçiştirmeler varsa bir olayın içinde, insan eliyle işlendiğine bakmayın, bu açıkça SİSTEMİK BİR CİNAYETTTİR. Bu cinayette sorumlu bu yoz düzen, bu çürümüş sistemdir. Sorumlular, bu kokuşmuş düzenin çürümüş kurumlarıdır. Kurumları çürüten ve işlevsiz hale getiren de Allah’tan korkmayan, ehliyetsiz liyakatsiz kadrolardır. Akrabayı, yakını kollayan; arkası olana dokunulamayan, iktidara yakınsa, sırtını oralardaki kodamanlara dayamışsa hukuksuzluklarını, günahlarını bir şekilde gözlerden kaçıran, denetimden ari şekilde işlerini bir şekilde yürütenler sınıfı diye bir sınıf oluşmuşsa bir sistemde, orada suçlu bu yozlaşmış kurumlardır! Gözünü sermaye hırsı bürümüş arsızlar, tamahkarlar, ahlaksızlar, katiller de işte ancak böylesi bir yoz düzende mantar gibi çoğalırlar. Çünkü toprak onlar için münbit hale getirilmiştir! Tıpkı Kartalkaya’da olduğu üzere, tıpkı bebek katilleri “Yeni Doğan Çetesinde olduğu üzere, tıpkı “yüzyılın depremi” denen ama rant hırsıyla gözleri kör olmuşların kollandığı imar skandallarında olduğu üzere benzerlerini sürekli yaşadığımız sistemik cinayetler bir iklimin eseri! Bu iklimi yaratan siyasi ve bürokratik sorumlular hesaba çekilmedikçe “görevden alındı” ya da “görevden affı kabul edildi” gibi kavramlarla istifa ve sorumluluk mekanizmaları göz ardı edildikçe bu iklim değişmez, kirlenme devam eder. O rant ve koruma kollama düzeninin faturaları bazen can yakan felaketlere, bazen bahis ve şike soruşturmalarında olduğu gibi ülkeyi örümcek ağı gibi saran çürümüşlüklere sebebiyet vermekte. Yüreğim yanıyor, içim acıyor. Hepimiz ana-babayız. Size şimdi geçim derdinden ötürü eşinin adına “atölye” denen tabutlukta çalışmasına göz yummak zorunda kalan bir aile babasının, bir eşin feryadını ileteceğim Faciada hayatını kaybeden 3 çocuk annesi Esma Dikan’ın eşi diyor ki: “Şikayet ettim, kimse bir şey yapmadı. Çalışanlara da söyledim. ‘Yangın merdiveni yok’ dedim. ‘Yanıcı madde’ dedim. Burada 7-8 kişinin sigortası var, gerisinin yok. İki ay önce bir gün ‘İşe gitme artık’ dedim. Kapıya geldiler. ‘Senin eşin iyi çalışıyor, bize lazım, sigortasını yapacağız’ dediler. Bir türlü yapmadılar. 20 bin lira kira veriyorum. Üç çocuğum var. Asgari ücretle çalışıyorum. Bu durumda olmasam eşimin burada çalışmasına izin vermezdim. Geçim derdinden…” diyor. Eğer siz yarattığınız bozuk düzende suistimal edilen, hakları gaspedilen, hayatları hiçe sayılan bir kölelik düzeni yaratırsanız, köle sahibi olmak isteyen vicdansızlar da elbette yeri göğü sarar. Bunlar öyle vampirler ki; gariban vatandaşın sigortasını yapmaz ama iş bavulla yurt dışına kaçmaya geldi mi o bavulların içini dolduracak ganimetleri hep vardır. Sizler de iş işten geçtikten, canlar yandıktan, aileler perperişan olduktan, medya ihmallerin üzerine odaklandıktan sonra soruşturmalar açarak sorumluluktan ariymiş gibi pozlar takınmayı sürdürürsünüz! Oysa dönüp aynaya bakmanız lazım! Yahu adamlar mahalle arasında, tehlikeli maddelerle, iş bilmez kadrolarla üretim yapıyorlar; İŞKUR yanıbaşlarında ama yıllardır çocuk işçi çalıştırıyorlar; Sigortasız işçi çalıştırıyorlar; Atölyenin yıkım kararı dört yıldır uygulanmıyor ama gelin görün ki bu failler bazı kodamanların akrabası, yeğeni şusu busu olduğu için cinayet mahalline dokunulmuyor; CİMER’e yapılan tüm şikayetlere rağmen “dokunulmazlık zırhı” orada işliyor. Şu kepazeliğe bakın ki deşildikçe altından neler çıkıyor. Adamlar mesleği, holding sahibi dayılarından öğrenmişler. Onun da 140 bin litre dezenfektanı, tehlikeli madde içerdiği için Avrupa’dan iade edilmiş ama pandemide Milletin Meclisine de dezenfektan satmış bu adamlar. Şimdi de herkes birbirine soruyor “acaba o dezenfektanlar Avrupa’dan iade edilenler mi?” diye. Durun daha bitmedi! O malum dayının adı 2021’de Alman gümrüğünde yakalanan Kolombiya-PanamaABD-Almanya hattında Türkiye alıcılı 111 kilogram siyah kokainle de anılıyor. Hani derler ya “Dayın varsa arkan sağlam”; “Dayın varsa işlerin yürür”. Bu dayı da onlardan işte. Bataklıktaki dayılar düzeninin aparatlarından biri olan bu adam suçu gariban bir çalışanının üzerine atmış ve paçayı sıyırmış o dönemlerde de. Üstelik savcılık, 20 bin lira maaşlı çalışanın kâğıt üzerinde patron olduğunu tespit ettiği halde birkaç ay sonraki duruşmada çalışanı tutuklamış, esas patronu da salıvermiş. Yani onu da birileri koruyup kollamış. Yani “Korunup Kollananlar Düzeni” de diyebiliriz bu çürümüşlüğe! Zincirleme demiştik ya!