Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri Genel Kurulu Saygıyla Selamlıyorum

Sayın Bakanlara ve Bakanlık Bürokratlarına hoş geldiniz diyorum Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi, Dışişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı olmak üzere 3 kurumumuzun bütçesini birlikte görüşüyoruz. Ülkemiz hem iç hem de dış siyasetimiz anlamında yoğun ve kritik bir dönemden geçmektedir. Bu anlamda bu üç kurumun bir arada olması güzel bir fırsat. Yapılacak konuşmaların bu minvalde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

09 Ara 2025 - 14:35 YAYINLANMA
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri Genel Kurulu Saygıyla Selamlıyorum

1 yılı aşkın bir süredir barıştan bahsediyoruz. Ülkemizde ve bölgemizde yaşanan tüm çatışmaların çözüm anahtarı olabilecek bir örnek sürecin içindeyiz. Şüphesiz Türkiye’nin iç barışı sağlaması, vatandaşlarına eşit, müreffeh ve özgür bir yaşam sunması bölge için eşine az rastlanacak bir modeldir. Bu yüzden her fırsatta bu çalışmaların kıymetini takdir ediyoruz. Çatışmanın acısını yaşamış her insanımızın ve bölge halklarının merakla burada yaşanacak olumlu gelişmeleri takip ettiğini ifade etmek istiyorum. Bu vizyonun en önemli aşaması, şüphesiz, ülkemizdeki sürecin ardından Suriye’de de kalıcı bir barışa ulaşılmasıdır. Suriye’de yaşanan devrimin ardından 1 yılı geride bıraktık. Uluslararası arenada meşruiyetin tesisi açısından pek çok gelişmeye şahit olduk. Ülke ziyaretleri, kabuller, karşılıklı büyükelçilerin görevlendirilmesi gibi diplomatik adımlar atıldı. Ancak Suriye, uzun yıllar süren iç savaşın dinamiklerini ortadan kaldırmadan tam bağımsızlığı kazanamayacaktır. Esad zulmünü sona erdiren devrim tam demokratik bir Suriye ile taçlanmalı, baskı ve şiddetin yeniden doğmasına izin verilmemelidir. Suriye’nin bölgesel barışın yapı taşı olması için güçlü bir toplumsal sözleşmeye, dolayısıyla her kesimi kapsayan bir anayasaya, ama öncelikle SDG ile varılan mutabakatın gerçekleştirilmesine ihtiyacı vardır. Şam ile SDG arasında güçlü temaslar olduğunu biliyoruz. Taraflar bu diyalog zemininin hiç kopmadığını, zaman zaman da yapıcı adımlar atıldığını ifade ediyorlar. Türkiye olarak biz de ezberleri bozduğumuz, tarihî eşikleri atladığımız bu dönemde entegrasyonun tamamlanması için güvenilir arabulucu sıfatıyla sahada olmalıyız. Türkiye aciz bir devlet değildir. Türkiye, sınırlarına veya bağımsızlığına karşı her türlü saldırıyı bertaraf edecek güçtedir. Dünya üzerinde bunu bilmeyen bir devlet olmadığı gibi bunun aksini benimseyen hiçbir vatandaş da yoktur. 2 Bu su götürmez gerçeği her gün dillendirmek, atılacak cesur diplomatik adımları bu çıplak gerçekliğe tehdit olarak nitelendirmek yaşanacak olası gelişmelerin önünü kapatmaktadır. Bugün nasıl içeride attığımız barış adımları münfesih terör örgütü ile mücadelede bir zafiyetin yansıması değilse, sınır ötesinde varlığı inkâr edilemeyecek SDG ile atacağımız yumuşama adımları da bir zafiyet değildir. Bilakis bu yaklaşım güçlü ve olgun devlet geleneğinin bir tezahürüdür. Bu uzun savaşın ardından gergin fay hatlarının soğuması için Suriye’nin ihtiyacı, her grubu kapsayan, onların farklılıklarına saygı gösteren demokratik, üniter bir yapıdır. İsminin şu ya da bu olmasına takılmadan iller bazında yerel yönetimlerin güçlendirildiği, eğitim, sağlık ve yerel polisin seçilmiş yerel otoriteye bağlı olduğu bir model sadece Kamışlı ya da Haseke’de değil Lazkiye ve Süveyda’da da iç barışı temin edecektir. Tüm tarafların üzerinde mutabık kalacağı bu yönetim modelini Türkiye kaleme almalı, kuruluş ve işleyiş aşamalarında destek olmalıdır. Bu sayede hem Suriye’nin toprak bütünlüğü garanti altına alınacak hem de demokratik temsil hakkı tanınması halkın devlete olan aidiyet bilincini artıracaktır. Suriye’de kalıcı çözümün anahtarı kapsayıcı bir diplomasidir. Burada kısaca SDG’ye de bir tavsiyem olacak. Maksimalist yaklaşım makulün düşmanıdır ve barışa hizmet etmez. Hele de Emperyalizmin bölgedeki ileri karakolu İsrail’e sinyal çakarsanız bölgede hiçbir saygınlığınız kalmaz. Gerçekçilikten sapmadan bir an önce altına imza attığınız mutabakatın uygulanması için adım atın. Özellikle askeri güçlerin entegrasyonu ve sınır kapılarının merkezi yönetime devredilmesi SDG hakkındaki şüpheleri ortadan kaldıracak önemli adımlardır. Herkesin kazanacağı bir çözüm uzakta değildir. Değerli Milletvekilleri 7 Ekim’den sonra topyekün bir katliama dönüşen İsrail saldırıları insanlık adına açık bir utanç tablosudur. Gazze’de on binlerce sivil yaşamını yitirdi, yüzbinlerce insan yaralandı, milyonlar yerinden edildi. Ekim ayının başında, uluslararası arabuluculukların sonucunda bir ateşkes ilan edildi; devamında 17 Kasım 2025’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Trump’ın sunduğu planı aynen onayladı. Bu karar, Gazze’de insani yardımların yeniden ulaştırılmasını ve İsrail güçlerinin kademeli çekilmesini öngörmektedir. Ancak ne yazık ki ateşkes ilanından bu yana hava saldırıları, top atışları ve sivil hedeflere yönelik saldırılar devam etti. Sadece 10 Ekim’den bugüne yüzlerce ihlal tespit 3 edildiğine dair kayıtlar var. Bu durum, Gazze’deki insanî koşulların hâlâ felç olduğunu göstermektedir. Hükümetin ateşkes ve BMGK kararının varlığına rağmen güçlü bir itirazını, kamuoyuna yansıyan bir tedbirini göremedik. Türkiye’nin kararlılığı açıkça ilan edilmeden ateşkesin tam anlamıyla hayata geçmesi mümkün değildir. Bakın Refah sınır kapısı hâlâ tam olarak aktif değil. İnsani yardımlar Gazze’ye giremiyor. Alınan karar uygulamaya sokularak insani ihtiyaçlar karşılanamıyor. İsrail’in kurulmak istenen istikrar gücünde Türkiye’yi görmek istemediğini biliyoruz. Biz de tam bu noktada İsrail’e yönelik caydırıcılığın artması amacıyla oluşacak bu görev gücünde Türkiye’nin karar alıcı bir biçimde yer almasını istiyoruz. Bunu sadece diplomatik veya askeri bir hamle gibi görmemeliyiz. Bu Türkiye’nin bölgesel sorumluluğudur. Bölgemizde devlet dışı aktörlerin tasfiye edildiği bu süreçte Gazze’nin ve Hamas’ın durumu ciddi şekilde ele alınmalıdır. Burada Türkiye’nin ve Müslüman ülkelerin varlığı, İsrail’in süreci bozmak için sebep göstereceği Hamas’ı hem ikna edecek hem de Filistin Hükümeti ile entegrasyonunu sağlayacaktır. Ayrıca İsrail’in Gazze sahasında demografiyle oynama çabaları da kaygı vericidir. İsrail’in bazı bölgeleri boşaltmaya çalıştığı, nüfus hareketliliğini etkileyecek uygulamalar geliştirdiği haberleri ciddiye alınmalıdır. Buna mâni olmak zorundayız; aksi takdirde bölgenin demografik dokusu kalıcı biçimde değiştirilebilir. Gazze, Filistin halkınındır. Hiçbir zaman asimilasyonun bir parçası olan yerinden edilmeye sessiz kalmamalıyız. Bu asimilasyonu masum gösterecek insani argümanlar kabul edilmemeli, komşu ülkelerin farkındalığı bu noktada artırılmalıdır. Bölge barışından bahsediyorsak tüm sınırlarımızda aynı kararlığı devam ettirmemiz elzemdir. Azerbaycan ile Ermenistan arasında uzun yıllardır devam eden Karabağ sorunu Türkiye’nin de destekleri ile artık çözüldü. Aliyev ve Paşinyan arasında ABD’de yapılan görüşme ve alınan kararlar çok önemlidir. Tüm dünya doğumuzda ve güneyimizde yer alan uluslararası taşımacılık güzergahlarına kilitlenmişken biz Ermenistan ile sınır kapımızı açmakta geç kalıyoruz. İki ülkenin de istifadesine olan bu gelişme için artık somut adımlar atılmalıdır. Türkiye bu bölgedeki hiçbir ülkeye sınırlarını, kapılarını katı bir şekilde kapatma lüksüne sahip değildir. 4 Ben burada yaptığım birçok konuşmada ifade ettim ve yine söylüyorum; Türkiye bölgede sınırlar değişmeden sınırları anlamsız hale getirecek ekonomi temelli yeni bir entegrasyona ve bölgesel birlik adımlarının atılmasına öncülük etmelidir. Bölge ülkeleri ile kurulacak Avrupa Birliği benzeri bir yapı dünyada kalıcı zannedilen statükoyu yenmenin yegâne yoludur. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi gerek dostluk grupları gerekse de kuracağı özel komisyonlar ile inisiyatif almalı, dünya dengelerini lehimize olacak şekilde değiştirmelidir. Bölgemizdeki ülkelerin katılımcı değil kurucu olacağı organizasyonlar bölgemizi güçlendirecek ve barışa hizmet edecektir. Sayın Başkan Kıymetli Milletvekilleri Çin Doğu Türkistan’da yaptığı zulümlere her gün bir yenisini eklemektedir. Toplama kampları, baskılar, ibadet özgürlüğünün engellenmesi, çocukların ailelerinden koparılmasına kadar türlü asimilasyon politikalarını uygulamaya devam ediyorlar. Çin’in dünya arenasındaki gücünün her geçen gün artması uluslararası toplumun Doğu Türkistan konusunda çıkardığı sesin kısılmasına sebep oluyor. Ülkemizin de bu konuda yaptığı kapsamlı çalışmalara maalesef şahit olamıyoruz. Aksine Çin sermayesine kolaylıklar tanınıyor. Çin’in iktidar partisi teşkilatlarına ve iktidara yakın gazetecilere yönelik kültürel gezi kılıfına bürünmüş algı mühendisliği çalışmalarına da sessiz kalınıyor. Zulme karşı duruşumuz ile diplomatik temaslar arasındaki çizgiyi muhafaza etmeli her gün milli nutuklar atarak değil, Doğu Türkistan’ın yanında durarak yapılan zulümlere en güçlü sesi çıkarmalıyız. Türkî Cumhuriyetler ile iletişim güçlendirilerek hem bu konuda kamuoyu oluşturulmalı hem de ileride yaşanacak benzer olaylara karşı güçlü bir duruş sergilenmelidir. Türkî Cumhuriyetler ile ekonomik ve kültürel bağların güçlendirilmesi, çeşitli platformlarda ortaklıklar kurulması Türkiye’nin bölge vizyonuna önemli katkılar sağlayacaktır. Türkiye’nin bölgesel barış vizyonuyla başlattığı proaktif dış politika elbette yalnızca Ortadoğu ve Asya’ya şamil değildir. Kıtaları aşan bu politikanın odaklanması gereken ilk durak genç nüfusu, zengin kaynakları ve stratejik konumuyla 21. yüzyılın güç denklemlerini belirleyecek olan Afrika’dır. Bu nedenle Afrika’da yaşanan her kriz, her çatışma, sadece kıtanın değil, küresel düzenin geleceğini de şekillendirmektedir. Ancak Afrika’nın taşıdığı bu potansiyele rağmen, kıta bugün derin acılarla yüz yüzedir. 5 Bunların en dramatik olanı ise Sudan’daki iç savaştır. Sudan’da ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında başlayan çatışmalar kısa sürede bir iç savaşa dönüşmüş, ardından bölgesel ve küresel güçlerin dahil olmasıyla bir vekalet savaşı niteliği kazanmıştır. Bu savaş yüzünden on binlerce insan hayatını kaybetmiş, milyonlarca masum yerinden edilmiştir. Ülkenin şehirleri harabeye dönmüş, açlık ve salgın hastalıklar yayılmıştır. Sudan’daki bu trajedi sadece bir ülkenin meselesi değildir; tüm Afrika Boynuzu’nu, Sahra hattını ve Kızıldeniz güvenliğini tehdit eden bir istikrarsızlık kaynağıdır. Bu istikrarsızlık, göç akımlarından ticaret yollarına kadar Türkiye’yi de doğrudan etkilemektedir. Tam da bu nedenle Türkiye’nin Afrika politikası, sadece ticari fırsat arayışıyla sınırlı kalamaz. Biz kıtaya, tarihimizin ve değerlerimizin gerektirdiği şekilde barışı, istikrarı ve insani dayanışmayı önceleyen bir perspektifle bakmalıyız. Sudan’da süren iç savaş artık sadece Sudanlıların savaşı olmaktan çıkmıştır. BAE’nin sağladığı finansal ve askerî destek ve farklı bölgesel aktörlerin müdahaleleriyle bir vekâlet savaşına dönüşmüştür. Bu güçlerin tamamı, Afrika’da artan nüfuz mücadelesi nedeniyle Türkiye’nin doğrudan rakipleri hâline gelmektedir. Sudan halkının barışa kavuşması, aynı zamanda Türkiye’nin Afrika’da adalet ve istikrar temelinde yürüttüğü politikanın da güç kazanması demektir. Kıymetli Hazirun Ülkemizin refahına ve demokrasi anlayışına katkı sağlayacağına inandığımız Avrupa Birliği ile ilişkilerde maalesef yeni fasıllar açılmıyor. Özellikle vize konusunda bugün yaşanılan sorunlar, iş insanlarından akademisyenlere kadar birçok vatandaşımızın vize alamaması geçmişte atılmayan adımların ne kadar hayati olduğunu bizlere ispat ediyor. 2016’da dondurulan vize muafiyeti sürecini tekrar hızlandırmalıyız. Onun şartlarından olan ve geçmişte siyasi hesaplarla çıkarılamayan siyasi ahlak yasasını bir an önce çıkarmalıyız. Her gün siyasetten kamu kurumlarına kadar yolsuzluk haberleri ile sarsılmamız gösteriyor ki yolsuzluk konusunda adım atılması sadece içeride değil uluslararası anlamda da ülke vizyonunu olumlu etkileyecektir. Bunun yanında Avrupa Konseyi ile olan ilişkilerde de son yıllarda kırılgan bir zeminde yürümekteyiz. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Adalet Bakanlığı yetkilileri de buradalar. 6 Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları uygulanmıyor. Tutuklu bir Milletvekili Anayasa Mahkemesi kararına rağmen gelip burada yemin edemedi. Meclis, bir üyesinin hukukunu bu noktada muhafaza edemedi. Bakın ben AKPM üyesiyim. Dönem toplantılarına gittiğimizde ve yine burada yapılan yetkili kabullerinde konu AİHM kararlarına geliyor. İnsanlar Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın neden serbest bırakılmadığını soruyorlar. İşin açığı artık iktidar partisine mensup Milletvekillerimiz de bu hususların açıklamasını yapamıyorlar. AİHM’in daha kaç karar alması gerekiyor? Anayasa Mahkemesinin kararlar uygulansın diye ne demesi, nasıl bir çağrı yapması bekleniyor? Adalet Bakanımız bulduğu her fırsatta “Türkiye bir hukuk devletidir” mottosunu paylaşmayı ihmal etmiyor. Ancak bunun bir slogan olarak kalmamasını artık sağlamak zorundayız. Bakın eve dönüş yasaları çıkarılmayı bekliyor. Eline silah almamış insanlar örgüt farkı gözetilmeden evlerine dönmelidir. Bunun yanında devlete karşı işlenen suçlara karşı geniş bir affı artık burada konuşmak zorundayız. Bu insanlarımızı kazanmalıyız. Bir toplumsal kucaklaşma, bir barış süreci yaşıyorsak devlet de vatandaşı ile barışmalıdır. Burada KHK mağduriyetlerine de değinmeden geçemeyeceğim. 2016’dan bu yana neredeyse 10 yıldır haksız yere işini, ailesini, itibarını, hürriyetini kaybeden insanlar var. Bu alanla yüzleşmek zorundayız. Bu konuda da devlet şefkat elini uzatmalıdır. Ben Türkiye’nin ikinci yüzyılında insanların söz söylediği için, siyaset yaptığı için, gazetecilik yaptığı için, hâsılı meşru demokratik haklarını barışçıl yöntemler ile kullandığı için yargılandığını, hüküm giydiğini, özgürlüğünün elinden alındığını görmek istemiyorum. Haksız olarak özgürlüğün bir an dahi kişinin elinden alınması geri dönüşü olmayan bir hatadır. Bu yüzden hukuk sistemimiz tutuksuz yargılanmanın bir esas olduğunu düzenlemiştir. Ancak bırakın tutuklu yargılanmayı, vatandaşlarımız iddianame olmadan cezaevlerinde yıllarca kalıyor. Artık bu işe bir son vermenin zamanı gelmedi mi? Son olarak belediyelerde yaşanan yolsuzluk iddiaları üzerine başlanan yargılamalara değinmek istiyorum. Değerli Arkadaşlar Yolsuzluk ile mücadele devletin tüm erklerinin en önemli vazifelerinden biridir. 7 Bu vazifenin yapılmasına kimsenin itirazı olmadığı gibi bununla mücadeleye destek olmak da vatandaşlarımızın bizim üzerimizdeki hakkıdır. Ancak bizim burada itiraz ettiğimiz 2 nokta vardır. 1- Bu mücadelenin evrensel hukuka uygun yöntemler ile yapılması 2- Yolsuzluğu yapan kim olursa olsun üstüne gidilmesi Adalet yargılama yaparken yargıladığı kişinin kimliği, konumu veya siyasette işgal ettiği yer ile ilgilenmez. Sadece deliller ile yargılamasını yapar ve kararını verir. Eğer niyetiniz yolsuzlukla mücadele ise son 20 yılda görev alan tüm siyasilerin, bürokratların ve 1. Derece yakınlarının mal varlığı araştırılsın, izah edilemeyen artışlar hazineye irat kaydedilsin. Var mısınız? Hukuk siyasi mühendislik aracı olmaktan kurtarılmadan, hâkim ve savcıların talimatla değil vicdani kanaatler ile karar vermesinin önü açılmadan, adalete olan güven tekrar tamir ve tesis edilmeden ne uluslararası arenada sağlam adımlar atabiliriz ne de ekonomik anlamda bahsedilen hedeflere ulaşabiliriz. Sözlerime son verirken eşgüdüm içinde ilerlemesi gereken bu bakanlıkların ve özellikle bu dönemde vatandaşlarımızın önemli adımlar beklediği Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçelerinin hayırlara vesile olmasını diliyor, Heyetinizi saygıyla selamlıyorum

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: