Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;

Sayın Sağlık Bakanımıza şehrim adına bir teşekkürle başlayacağım. acil durum hastanemizin yapımını hızlandırmak üzere şehrimize bizzat gelmişti Sayın Bakan, inşallah birkaç ay içerisinde açılışı da nasip olacak. Aynı desteği hukuki süreçleri sekteye uğradığı için yılan hikâyesine dönen şehir hastanemizin yapımında da yine depreme dayanıklı olmadığı için on yıllardır hizmet vermek zorunda kalan devlet hastanemizin yenilenmesi sürecinde de bekliyoruz kendisinden. Zira, Aydın, Manisa, Afyon, Antalya illerimizin sınır ilçelerinin tamamına neredeyse Denizli hizmet veriyor. Dolayısıyla, hastanelerimizin, Denizli'mizin daha fazla sağlık yatırımına ihtiyacı var.

13 Ara 2025 - 19:59 YAYINLANMA
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;

Sağlık Bakanlığımızın bütçesini konuşmaya başlarken 2024 istatistiklerinin hâlâ yayınlanmadığı için bazı istatistiklerde günceli yakalayamadığımızı ifade etmeliyiz. Bu veri cimrisi ülke olma hâlinden kurtulmamız gerekiyor. Bütçede yüzde 44'lük bir artış var, memnuniyet verici gibi görünüyor ama yüzde 38'lik enflasyon hesapladığınızda reel artışın yüzde 6'yla sınırlı kaldığını görmemiz de gerekiyor. Bütçede göze çarpan bir kalem var, kalem küçük ama dert büyük: Bağımlılıkla mücadele. Resmî, özel tüm veriler bağımlılıkların arttığını gösteriyor ama bütçede bağımlılıkla mücadeleye ayrılan pay yıllar bazında düşüyor, düşmeyi bırakın bu düşük pay birde kullanılmayıp bütçeye geri iade ediliyor. Yani şehirlerimiz AMATEM'lere, ÇEMATEM'lere, bahar merkezlerine doydu da onun için mi bu bütçe iade ediliyor? Tam bu noktada Grup Başkan Vekilimiz Mersin Milletvekilimiz Sayın Mehmet Emin Ekmen'in bir özel ricası var sizlerden: Mersin, Türkiye'de bağımlılığın en yüksek olduğu illerden biri maalesef, uyuşturucu ve alkol tüketiminin korkunç seviyeye ulaştığını şehir atıklarından takip edebiliyoruz, devlet kayıtlarında da bu gözüküyor. Mersin de bir AMATEM var ve Mersin'in doğusundaki tüm illere hizmet veriyor. Fedakâr bir doktor ve sağlık personeli var ama yetersiz. AMATEM'de tedavi görenlerin daha sonra Bakanlığın "bahar" olarak adlandırdığı rehabilitasyon merkezleriyle desteklenmesi gerekiyor. Bahar merkezi de şu anda sadece İstanbul'da var görünüyor. Bu nedenle 2006 yılı yatırım programına Mersin'e bir bahar rehabilitasyon merkezinin açılması noktasında kuvvetli bir talebi var Mersinli bağımlı ailelerin. Bu talebe bigane kalmayacağınızı umut ediyoruz. Bir bağımlılık daha türedi, antidepresan bağımlılığı. OECD verilerine göre Türkiye antidepresan kullanımında rekor bir artış yaşıyor. Ülkemizde depresyon, kaygı bozukluğu ve bunların tetiklediği bağımlılıklar son on yılda neredeyse 2 katına çıkmış. Bu, elbette sebepleriyle derinlemesine irdelenmesi gereken bir konu ancak antidepresan kullanımının bu denli yaygınlaşmasını tetikleyen, sizin de alanınıza giren bazı hususlar var çözüm bekleyen. Evvela, ülkemizdeki psikiyatri uzmanları psikoterapiyi tercih etmiyorlar; dolayısıyla gelen hastaya öncelikle ilaç vermeyi tercih ediyor. Özeldekiler için bu kazancı arttırırken devlet hastanelerinde zaten psikoterapiye vakit yok. Diğer yandan, psikoterapi hizmetleri vatandaş için ulaşılabilir değil. Acilen bir ruh sağlığı yasası çıkarmak zorundayız. Psikologlar için bir meslek yasamız olmak zorunda. Psikoterapistlerin yetkinliği ölçülmeli, yetkinlik alan terapistlerin hizmetleri de ulaşılabilir olmalı; toplumun ruh sağlığını biyolojik sağlıktan daha önemsiz göremezsiniz. Reform bekleyen bir alan var, zaman zaman siyasetin dolayısıyla da futbolun konusu olabiliyor bu durum "Sezaryen doğum mu, doğal doğum mu?" diye. Türkiye'de maalesef sezaryen ameliyatlarının oranı yüzde 60'larda, Avrupa ülkelerinde az gelişmişlikten gelişmişliğe doğru gittikçe bu oran azalıyor ve ortalama yüzde 25'lerde seyrediyor. Türkiye'deki oran asla kabul edilebilir değil. Bunda sağlık sektörünü özele taşere etmenizin, devlet hastanelerindeki fiziki şartların elverişsizliğinin çok fazla etkisi var; sorumluyu sağda solda aramayın, Sayın Bakan. Dünya bizim tecrübemizi yaşamış, Yeni Zelanda, Hollanda, Almanya, Kanada, İngiltere gibi sezaryen artışını hissedilir şekilde yaşayan ülkeler çözümü ebelerin sorumluluklarını, yetkilerini ve yetkinliklerini arttırmakta bulmuşlar. Ebenin tek başına sorumluluk alabilmesi mümkünken neden yardımcı sağlık personel statüsüne sıkıştırılıyor? Kadınların hekimin süreci doğal görmesi ve sevkini uygun bulması hâlinde neden ebelerle direkt görüşebileceği hem hamilelikte hem doğum sonrasında beraber ilerleyebilecekleri bir sistem inşa edilmiyor? Araştırmalar açıkça gösteriyor; gebelik sürecinden itibaren düzenli olarak bir ebe tarafından takip edilen, hem doğal doğum sürecine danışmanlık alan hem de aksi bir durum söz konusu değilse doğumda onlarla beraber eylemi gerçekleştiren anneler, doğum sonrasında depresyon dâhil tüm problemlere karşı daha dayanıklı oluyorlar. Ebe sadece doğum anında karşılaşılacak biri değildir, hamileliğin ve doğum sürecinin bir rehberi olarak görülmelidir ve bu rehberlik süreci, işinde ehil ve yeterli donanımı almış ebelerin yetiştirilmesinin ne kadar gerekli kıldığının farkında olmalısınız. Gerekirse yetkinlik kriterlerini artırın, doğum pratiklerini sıfırdan başlatın, sorumlu prosedürlerini sıkılaştırın ama meseleyi çözecek hakiki ve cesur bir arayışa girin. Konunun çözümünü de futbol maçlarında futbolculara pankart açtırıp kadınların üzerindeki psikolojik baskıyı artırmak da değil doğal doğuma giden en doğal yolun önünü açmakta arayın.Çünkü sorun, sezaryen doğum ya da normal doğum değil sürecin tıbba ve bilime uygun ilerlemesinin yollarının tesis edilmesi, kadınların doğru ve şefkatli rehberlikle güzel gebelik dönemi geçirmesi, doğumu bir travma olarak hatırlamaması, ebelerin işlerini yapabilmesi, hekimin stres, sisteme ait yüklerin baskısını hissetmeden kararını verebilmesi. Söz-eylem çelişkinizi ortaya koyan bir politikamız daha var önümüzde, hep bir ağızdan "çocuk, çocuk" diyorsunuz; sözde sorun yok ama bir yerde sorun var, eyleminizde. Yan dal tercihlerinde çocuk yoğun bakım kadrolarının yüzde 74'ü, yenidoğan kadrolarının yüzde 55'i, çocuk hematoloji, onkoloji kadrolarının yüzde 46'sı, çocuk acil kadrolarının yüzde 33'ü, çocuk nefroloji kadrolarının yüzde 17'si boş kalmış. Bakın, önemli hastanelerin başta Haseki olmak üzere çocuk klinikleri birer birer kapanıyor döneminizde. Bu böyle devam ederse on yıl sonra kanser hastası çocuklarımızı tedavi edecek hekim bulamayacağız, Allah korusun. Yani çocuğun lafı var ama doktoru yok sayenizde. Yurt dışına giden doktorlar meselemiz göç etme hızı yavaşlasa da hâlâ devam ediyor maalesef. Kimimiz küçük kıyamet gibi görüyoruz meseleyi, kimimiz önemsemiyoruz, küçümsüyoruz. Bir tek yetişkin insanımızın gidişi, geleceğini yurt dışında araması bile bir kayıptır ama bir de bu doktorların küçümsenen maliyetine bakalım: Son beş yılda 12.479 doktor iyi hâl belgesi almış. Almanya bir doktorun yetişme maliyetini 400 bin euro olarak değerlendiriyor. Yani beş yılda 5 milyar euroluk bir kayıp yaşamışız; sağlıktaki kaybımızın maliyetini ölçmek zaten imkânsız. Şimdi, bir önemli ihlali daha gündeminize getirmek istiyorum. Vatandaşlarımız Merkezi Randevu Sistemine başvuruda bulunuyorlar, arkasından özel hastaneden telefonlarına mesaj geliyor. Kamu hizmetine erişmek isteyen milyonlarca insan farkında olmadan ticari bir hedef hâline gelmiş oluyor. Bu, hem mahremiyetin ihlali hem sistemimize duyulan güveni yok eden bir veri güvenliği sorunu. Vatandaşın hangi branştan randevu aldığı, hangi telefon numarasını kullandığı gibi özel nitelikli sağlık verilerine açık rıza olmadan üçüncü kişiler nasıl erişebiliyor. Randevu sistemlerine kimlerin eriştiği, bu verilerin nasıl korunduğu, özel hastanelerin bu bilgilere hangi yolla ulaştığı konusunda kamuoyu sizden tatmin edici bir açıklama bekliyor. Değerli milletvekilleri, tüm bunlardan sonra sağlıkta içinde bulunduğumuz durumun adını koymak için bazı veriler paylaşmak istiyorum: 2002-2024 yılları arasında devlet hastanelerinin sayısı yüzde 21, özel hastanelerin sayısı yüzde 103 artmış; devlet hastanelerinin yatak kapasitesi yüzde 58, üniversitenin yüzde 167, özel hastanelerin yatak kapasitesi yüzde 339 artmış; yetişkin yoğun bakımı devlette özelin 2 katı ama yeni doğan bakımında özel, devletin 2 katı çıkmış. Sağlıkta bu kadar özelleşme neye alamet olabilir? Bakın, bir hastane kurulunca ilk önce onun SGK'ye fatura kesecek birimi kuruluyor. Her gün örnekler çıkıyor önümüze; hastaneye yatmayıp yatıyor görünen, yatış süresi uzun gösterilen, yapılmayan tetkik ve görüntüleme işlemlerini yapıldı gösteren, muayene tekrarları üzerinden işlem şişiren, yapılan işlemin gerçekte olduğundan daha farklı bir işlem koduyla fatura kesilen... Bu liste böyle uzayıp gidiyor. Bu faturalardaki kayıp kaçak sisteminin bu çağda neden yok edilemediğini, bu hayali işlemlerin nasıl tespit edilemediğini birinin bize açıklaması gerekiyor. Neden sadece yüzde 5 örneklem alınıyor denetimlerde? O da hastanenin acaba bilgisi dahilinde mi, ondan emin olamıyoruz. Neden yüzde 100 değil mesela? Neden yapılan işlemler e-devlet sistemimizde görünmüyor? Bu dijital çağda, bu yapay zeka çağında akıl alır gibi değil gerçekten. Neden özel hastane sahipleri koruma altında? Neden Hazine Bakanlığı bir kuruşun hesabını yapıp millete acı reçete yazarken bu hastane patronları ballı reçetelere muhatap oluyor? İktidar son çeyrek yüzyılda en çok sağlık alanındaki politikalarıyla övündü. Dünyada en fazla hastane satın alması yapan ülkelerin başında geliyor Türkiye. Bunu bütçenin zaten yüzde 10'unun daha kalem oynatmadan bu hizmet alanına gitmesinden de anlıyoruz. Bu kadar övündüğünüz alanda dünyaca ünlü bir tek sağlık firması maalesef çıkaramamışız. Yerli firmalarımızın ağırlıklı sarf malzeme üretmesi onları da devlete satabilmesi gerçeği, daha doğrusu ayıbı karşımızda duruyor. Dünyanın en büyük sağlık firmaları Türkiye'de kurdukları lobilerle topraklarımızda alternatif firmaların gelişebileceği bir ekosistemin yeşermesine müsaade etmiyorlar ya da siz buna göz yumuyorsunuz. Bu lobilerin elinde sağlık sektörü ahlaki bir kriz içine girmiş durumda. Yılda 2,7 trilyonu faize harcayan devletimizin gücü ülkemizde yapılacak kongrelere, bilimsel çalışmalara yetmiyor mu, nedir bu acziyet? Bu sponsorluk maliyetleri ürünlere yansıyor üstelik, bu lobilere teslim olunduğu için milletimizin şifasının bedeli katlanıyor. Bu şaşalı düzen içinde zor durumda olan hastalar da seslerini duyurmak için çırpınıyorlar. Böbrek kanserinde immünoterapinin etkinliği bilimsel olarak yaştan bağımsız kanıtlanmış olmasına rağmen 65 yaş üstü hastalar geri ödeme dışı bırakılıyor. Ostomi hastaları hâlâ kendilerine yetmeyen emekli maaşlarının neredeyse üçte 1'ini sarf malzemelere vermek zorunda kalıyor. Birçok kanser türünün tedavisinde kullanılan vinorelbin ilacının damar yolu formu ülkemizde bulunmadığı için hastalar yalnızca ağızdan kullanıma erişebiliyor ama SGK bu ilacın ülkede olan versiyonu değil de olmayanını karşılıyor. Bu geri ödeme kuralının revize edilmesi acil ve zaruri bir durumdur. Tüm bunlar bir araya geliyor ve en çok övündüğünüz sağlıkta 2014'te yüzde 70 olan memnuniyet oranını 2024'te yüzde 41'e düşürüyor. Başarı söylemlerinizle vatandaşın yaşadığı arasında uçurum var arkadaşlar. Sağlıkta memnuniyetsizlik oranının yükselmesi bir tesadüf değil asla çünkü yıllardır piyasa çözer anlayışıyla sağlık sistemini adım adım ticari bir alana dönüştürdünüz. Özel sektöre açılan o alan büyüdükçe hizmeti değil, maliyeti artırdı hatta hasta müşteriye, sağlık metaya dönüştü. Bu kadar piyasacı bir model bir noktadan sonra çözüm üretmek yerine bizzat sorunun kendisi hâline geldi. Bugün yaşadığımız memnuniyetsizlik artışı bunun açık bir göstergesidir. Sağlık sistemi bir kültürdür, bir kamusal sorumluluk bilincidir. Bu kültürü korumak da güçlendirmek de piyasanın görevi değildir, Sağlık Bakanlığının görevidir Sayın Bakanım diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: