GELECEK PARTİSİ GENEL BAŞKANI AHMET DAVUTOĞLU’NUN HAYMANA KAMPINDA YAPTIĞI KONUŞMA 14.12.2025

GELECEK PARTİSİ GENEL BAŞKANI AHMET DAVUTOĞLU- 6 yıl önce başlattığımız gelecek yürüyüşünde her türlü baskıya, her türlü zorluğa rağmen dimdik ayakta durarak yürüyen değerli dava arkadaşlarım, bizleri ekranları başında izleyen değerli gelecek gönüllüleri, aziz vatandaşlarım; her şeyden önce Gelecek Partimizin 6. kuruluş yıl dönümü hayırlı olsun.

14 Ara 2025 - 18:34 YAYINLANMA
GELECEK PARTİSİ GENEL BAŞKANI AHMET DAVUTOĞLU’NUN HAYMANA KAMPINDA YAPTIĞI KONUŞMA 14.12.2025

İnsanlar da, kurumlar da, devletler de, partiler de her an sınama yaşayan varlıklardır. Varlıklarını sürdürme kabiliyetleri bu sınamaları, bu imtihanları aştıkları ölçüde mümkün olur. Biz 6 yıl içinde çok ciddi sınamalardan geçtik. Kuruluşumuzu hatırlayın, buradaki birçok arkadaşımız o kuruluş günü, 12 Aralık 2019’da yaptığım hitapta hep beraber huzurlarımızdaydık. Milletimizin huzurundaydık. O zaman 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden 3 sene geçmiş, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin üzerinden referandumdan 2 sene, 2,5 sene, uygulanmaya başlamasından 1,5 sene geçmişti. Ülkede bir ... iklimi vardı. Farklı görüş beyan edenlerin her türlü riskle karşı karşıya kalabildiklerine dair bir kanaat vardı. Biz böyle zor şartlarda bu şartların oluşturduğu psikolojik iklimi kırarak Gelecek Partisi’ni kurduk. Kolay olmadı. Kuruluşumuz da kolay olmadı, kuruluşumuzdan sonra yaşadığımız 6 yıl da. Ama biz kolaya talip değildik zaten, biz zora taliptik. Yola çıkarken bu yolun önündeki engelleri, engebeleri de görüyorduk. Ama sonunda eğer bu engelleri hep beraber aşarsak milletimize açacağımız ufku da görüyorduk. İşte şimdi altıncı yıldayız. Bizim programımızı okuyanlar şunu görecekler: 6 yıl önce yazdığımız Gelecek Partisi programı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin siyasi parti programları içinde en derinlikli, en kapsamlı, en özgürlükçü, en demokrat, milletin değerlerine en yakın siyasi parti programıydı. Daha sonra birçok partinin de ilham aldığı bu program, bizim millete taahhüdümüzdü. Bugün açıkladığımız manifesto, 6 yıl sonra o programın özünü, ana fikrini, yöntemini korumakla birlikte 6 yıl içinde yaşadığımız o zorlu süreçleri de kapsıyordu. Bugünkü açıkladığımız manifesto bu anlamda millete taahhüdümüzün yenilenmesidir. Ahitleşmemizin yenilenmesidir. Niçin Gelecek Partisi’ni kurduğumuzun birbirimize tekrar ikrar edilmesidir. Yeni bir ahitleşmenin önündeyiz. Zorlu süreçlerden geçtik kuruluş öncesi, sonrası, teşkilatlanmada, ilçe teşkilatlarına kadar maruz kaldığımız baskılarla, seçimler ve arkasından yaşadığımız partimize dönük değişik operasyon çalışmaları, algı çalışmalarına direnerek bugünlere geldik. Arkadaşlar, öyle bir tarihi eşikte bugün biz 6.yılı idrak ediyoruz ki bunu anlamamız halinde Gelecek Partimizi ortaya çıkaran şartları, felsefeyi, düşünceyi, inancı ve ilkeleri çok daha iyi kavrarız. Türkiye Cumhuriyet tarihine baktığınızda her zaman partilerin kuruluşu zor olmuştur, ama özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtikten sonra, özellikle deli gömleği gibi ülkemizin ve milletimizin üzerine dikilmiş olan bu iki kutuplu yapı ile toplumumuz parçalanmışken biz siyasi politika kurmak hem cesaret, hem de sabır ve sebat gerektiriyordu. Sabrı gösterenlerle bugün birlikteyiz. Sebat gösterenlerle bugün birlikteyiz. Sadece bu salonda değil, Anadolu’nun ve Trakya’nın her bir köşesinde sabır gösteren, sebat gösteren, Elif gibi dimdik duran kardeşlerime selam olsun. Biz yola çıkarken kimseye güç, makam, mevki, milletvekilliği vesaire taahhüdünde bulunmadık. Biz yola çıkarken herkese şu taahhütte bulunduk: Bu yolda yürüyenler halkın arasına girdiklerinde hiçbir zaman yakalarına yapışılıp “siz bu ülkeyi bu hale getirdiniz” denmeyecek onlara. Yakalarına yapışıp siyaseti itibarsızlaştırdınız denmeyecek. Açık alınla çıkacağız, açık alınla yürüyeceğiz ve güçlü bir iradeyle birlikte çetin bir mücadeleyle milletin makus talihini değiştireceğiz. Biz bu yolla çıktık. Şimdi de kimseye mevki ve makam sözümüz yoktur. Hiçbir kesime, toplumsal zümreye, gruba çıkar taahhüdümüz yoktur. Ama millete bir taahhüdümüz vardır, millete olan taahhüdümüz, siyaseti ahlakla buluşturmaktır. Millete olan taahhüdümüz, devletimizi güç ve itibar ile buluşturmaktır. Millete olan taahhüdümüz, vatandaşlarımızın her bir bireyini onurlu hayat standardıyla buluşturmaktır. Millete olan taahhüdümüz, çölleşen Anadolu topraklarını tekrar bereketli kılmaktır. Millete olan taahhüdümüz, çölleşen Anadolu topraklarında bu bereketi gençlerimizle, kadınlarımızla, her yaştan vatandaşlarımızla birlikte güçlü bir ekonominin altyapısı olarak kurmaktır. Millete olan taahhüdümüz, adaleti egemen kılmaktır. Sadece kendimize değil, bizim rakiplerimize dahi sözümüz ve taahhüdümüzü adaleti herkese eşit şekilde uygulamaktır. İşte bu taahhüdü yeniledik bugün. Peki, hangi şartlarda yeniledik? Bakınız, 2019 12 Aralık’ta partiyi kurduktan 1 ay sonra Cambridge Üniversitesi’nde Sistemik Deprem başlığıyla daha sonra Türkçeye tercüme edilen kitabım yayınlandı. Trump’ın birinci dönemiydi. O kitapta bütün dünyayı ve Türkiye’de karar verici ve aydın bütün kesimleri uyarmıştım. Büyük bir sistemik deprem geliyor. Fırtına yaklaşıyor. Tedbirlerimizi alalım. Dünya, felaketlerin eşiğinde. Birleşmiş Milletler sistemi çökmüş. Uluslararası düzen dediğimiz düzenin ana düzeni belirsizlik olmuş, kaos olmuş, aman dikkat edelim dedim. Çok ilginçtir, bu kitabın yayınlanmasından sonra hemen hemen dünyanın her yerinden konferans teklifleri aldım. Daha sonra Trump’ın ikinci dönemi geldiğinde de hep şuna işaret ettim: Dünya ve insanlık sehem çevre ve iklim değişimi dolayısıyla büyük bir varoluşsal sorun yaşıyor. Hem de uluslararası düzen, çözüm bulma kabiliyetini kaybetti. Biz Gelecek Partisi’ni bir parti olsun diye kurmadık. Dünyada gördüğümüz bu belirsizliğe karşı milletimizi bir koruma kalkanıyla korumaya çalışmak için kurduk. Biz Gelecek Partisi’ni bu anlamda bir seçim partisi olarak kurmadık. Dünyada çökmüş olan bu karanlığı, esmekte olan bu sert rüzgârları karşısında acaba ülkemizi nasıl tahkim ederiz diye kurduk. Bakınız, bir soykırım yaşandı yanı başımızda, Gazze soykırımı. İnsanlık tarihi böyle bir şey görmedi. Ama Birleşmiş Milletler buna dur diyemedi. Yanı başımızda Rusya-Ukrayna Savaşıyla ilgili her an patlama daha da üst düzey kriz beklentileri var. Daha 2 gün önce NATO Genel Sekreteri, Rusya’nın her an bir NATO ülkesine saldırabileceği yorumunda bulundu. Ve biz kuzeyimizde ve güneyimizdeki bu ateşler arasında, doğumuzda ve batımızda cereyan eden rekabetler arasında Afro Avrasya’nın merkezinde bir ülkeyiz. Bazılarının hayal ettiği, bazılarının dünyayı anlamadan Türkiye komşu ülkelerle ve bölgelerle ilişkiler üzerinden riskli bir alana girmemeli diye düşündüğü o dar kalıplı soğuk savaş mantığı sona erdi. Bir belirsizlikle karşı karşıyayız. İşte böyle bir dönemde bir ülke ne yapmalı? Bu ülkeyi yönetenler nasıl tedbirler almalı? Bizim zihnimiz buna odaklı. Dünyada belirsizlik var. Peki, Türkiye’de ne var? Beni korkutan şudur arkadaşlar ve hepimizin bu konuda müteyakkız olması lazım: Dünya böyle bir belirsizliğe giderken Türkiye’de hemen hemen her kesime sirayet etmiş bir güvensizlik duygusu var. Bir karamsarlık duygusu var. Bir mutsuzluk duygusu var. Aidiyet bilinci güçlü olan ülkelerde, toplumlarda bunların hiçbirisi yaşanmaz. Her an sosyal patlama oluşturabileceği korkulan bir gelir adaleti uçurumu var. Şimdi size bazı tabloları zihninizde canlandırmanızı istiyorum. Ne kastediyorum güvensizlikten. Devlet ve siyaset, millete önce güven duygusu verir. Sahra Hanımın doğum tecrübelerinden yukarıda bahsederken, onun bilimsel yorumuyla söylüyorum, çocuk doğduğu anda ilk anda güven duygusu hissetmek ister dedi. İlk anda güven duygusu. Annesine tutunduğu anda güveni hisseder. İnsanoğlunun doğuşundan ölümüne kadar en temel ihtiyacı güvenliktir varoluş ihtiyacı, en temel insanı farklı kılan onur ihtiyacı ise özgürlüktür. Özgürlük ve güvenlik dengesini ben onun için akademik hayatta da, siyasette de savunurum. Şimdi bakalım güven o yeni doğan çocuğun ana kucağında hissettiği güveni çocuklarımız, kadınlarımız, insanlarımız, devlet ana dediğimiz devletin kucağında hissedebiliyorlar mı? Bakın, söylemekten utanıyorum, utanıyorum ve öfkeliyim diye bir tweet atarak tepkimi yansıttım. Türkiye Büyük Millet Meclisi neresidir arkadaşlar? Türkiye Büyük Millet Meclisi bu devleti kuran, bu milletin vicdanının yansıdığı, bu milletin egemenliğinin iradesinin yansıdığı bir kurumdur. Ve geçtiğimiz bir hafta içinde olanları size söyleyeceğim, bir hafta, iki hafta içinde. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde staj için giden 12-15 yaş arasındaki kızlar cinsel tacize ve tecavüze uğradı. Arkadaşlar, bundan daha vahim bir tablo olur mu? Bundan daha ürkütücü, bir insan olarak bundan yüreğimizi sarsacak daha kötü bir tablo olabilir mi? Yaşandı bu. Ve bakın, normal şartlarda böyle bir olay yaşandığında bu kurumun amirleri, genel sekreterleri ve Meclis Başkanı, ben bu kızları niye koruyamadım diye uyku uyuyamaması ve istifa etmesi gerekir arkadaşlar. İstifa etmesi gerekir. Ne yaptılar? Taciz yapan 2-3 kişiyi, birkaç kişiyi cezalandırarak kurtaracaklar. Ya Allah aşkına kardeşlerim, Allah aşkına değerli Meclis Başkanı, değerli Genel Sekreter, oradaki amirler, Allah aşkına siz nasıl uygulayabiliyorsunuz ya? Sayın Cumhurbaşkanı, bir haftadır, bir hafta oldu değil mi bu konu? Bir haftadır bu konuda bir açıklama yaptı mı Allah aşkına? Mazlumları koruyacağız derken sadece Gazze’deki mazlumları kastetmeyeceğiz. Doğu Türkistan'daki mazlumları kastetmeyeceğiz. Bu ülkenin mazlum genç kızlarını koruyamayanlar yurt dışındaki mazlumları koruyamazlar. Koruyamazlar. Öfkeliyim, haykırıyorum; nasıl bir Cumhurbaşkanı, nasıl bir Meclis Başkanı bu tablo karşısında bir haftadır susar Allah aşkına ya? Böyle bir istişare toplantısında hissiyatımı mazur görün. Ben bu ülkenin çocuğuyum. Hepimiz bu ülkenin çocuğuyuz. Bu ülkenin başarılarıyla kıvanç duyarız. Ama bu ülkenin genç kızları kendilerini güvende, emniyette hissetmiyorsa biz nasıl bir siyasetten bahsedebiliriz? Bakınız, aynı günlerde benim de mezun olduğum İstanbul Erkek Lisesi'nde akran tacizleri söz konusu oldu, şiddet söz konusu oldu. Okulların ki bu görünen yüzü, okullarımızda artık uyuşturucu, şiddet, taciz bu kadar hakimken ya Allah aşkına Milli Eğitim Bakanı'nın bir çıkıp açıklama yapması beklenmez mi, bir neşter atması gerekmez mi bütün bu süreçte? Ve bir haber daha. En emin, en güvenilir olan yerler nereler olması lazım, okullar değil mi, meclis değil mi? Bir de adliye, adalet değil mi? Adalet Sarayı... Ben hiç sevmedim bu tabiri. Adalet Sarayı tabirini hiç sevmedim. Adalet, sarayla tanımlanamaz arkadaşlar. Adalet, sarayla tanımlanmaz. Adalet Sarayı da olamaz. Adalet vicdanla, tanımlanır, ahlakla tanımlanır. Adalet, teraziyle tanımlanır. Dünyanın en çok belki adalet sarayına sahip olan ülkelerinden biriyiz, ama çarpıcı bir rakam vereyim, dünyada en çok tutuklu bulunan altıncı ülkeyiz biz tutuklu hükümlü, altıncı ülkeyiz. Ama diğer ülkeler Çin gibi, Hindistan gibi, Amerika gibi zaten nüfusu çok yüksek olan ülkeler. Şimdi adli emanetle soygun yaşandı geçen hafta. Şimdi düşünün ya, adli ve emanet, adalet ve emanet. Şimdi muhafazakâr değerlere, dini değerlere, samimi bir şekilde sarılan kardeşlerime sesleniyorum. Allah aşkına, adalet ve emanet kelimelerinden oluşan adli emanette soygun olur mu ya? Yani adalete emanet edilen altınlar, gümüşler değil mi Ayhan Bey, oradaki görevliler tarafından soyuldu. Ya Adalet Bakanı şunu sormuyor: Benim memurum nasıl böyle bir şey yapar, nasıl geldik buraya? Kur'an-ı Kerim'in hükmünce, fe eyne tezhebun, nereye gidiyorsunuz arkadaşlar siz, nereye gidiyorsunuz? Adalet Bakanından bu adli emanetle ilgili ben bir açıklama duymadım. Şimdi ve geçtiğimiz günlerde kamuoyunun tanıdığı gazetecilere, sanatkârlara, birtakım çevrelere yapılan uyuşturucu operasyonu. Şimdi ben hüküm vermem, zandan Allah'a sığınırım. Elimde delil olmadan kimse hakkında hüküm vermem. Ama eğer uyuşturucu baronları toplumun kamuoyu önünde gözüken en önemli isimleriyle birlikte anılmaya başlanmışsa, çünkü insanlar onları görüyor, gençler onları örnek alıyor. Biz nereye gidiyoruz sorusunu soracağım, ama beni daha başka bir soru ilgilendiriyor. Yapılan yorumlara bakıyorum, yani tutuklanan gazeteci adını bile zikretmek istemiyorum ki bir olumsuz algı oluşmasın, ben kimse hakkında zannetmem, ama Mehmet Akif Ersoy hani o ve diğerleri. Hiç tereddütsüz söylüyorum. Özel hayatıyla ilgili imtihanını verir, kamu ile ilgili bir sorumluluk varsa ki uyuşturuculuk dahil bunlar büyük suçlardır. Kamuoyunda hesabını herkes verir, kimsenin ayrıcalığı da yoktur. Ama 3-4 gündür, 1 haftadır tartışmaya bakıyorum, bütün tartışma şuraya odaklanmış durumda: Bu operasyonun iktidar içinde kimler arasında rekabetten kaynaklandığında odaklanmış durumda. Yani olayın kendisine nasıl bu yaşandığı ve bu ahlaki çöküş nasıl yaşanıyor sorusundan daha çok, kim kime operasyon çekti. Bütün haberlere bakın, kim kime operasyon çekiyor. Yani öyle bir güç yapılanması oluşmuş ki herkes herkese operasyon çekebilir. Ya bir suç şey varsa, bir suç iddiası, ispat edilene kadar en azından sükut edilir. Onun arkasındaki uyuşturucu ve bütün faktörler ele alınır ve gerekli tedbirler alınır. Ama önce şunu sorması gerekir kesin, bu operasyonun arkasında kim kime ayak oyunu yapıyor sorusundan önce şu soruyu sormak lazım: Bu ahlaki çöküş niye yaşanıyor, bu ahlaki çöküş niye yaşanıyor? Niye toplumun önündeki insanlar uyuşturucuyla anılmaya başlandı? Evet, uyuşturucuyla mücadele raporumuzu yayınladık değerli Valimiz İzzettin Küçük koordinasyonunda. Bütün aşamalarıyla gerekli tedbirleri söyledik. Ama Türkiye öyle İçişleri Bakanları gördü ki, uyuşturucuyla yan yana resimleri çıktı. Biz partiyi kurduğumuzda emin olunuz bütün bu gidişatın buraya geleceğini görüyorduk. Onun için partiyi kurduk. Ülkenin iyiye gittiğini görsem, akademik hayatta kalır, bu çetin mücadeleye girmezdim. Ama ülkenin nereye doğru gittiğini gördüm. 2016 yılında bıraktığımız Türkiye'nin hangi şartlarda olduğunu da biliyorsunuz. Tek bir uyuşturucu baronu herhangi bir siyasiyle resim çektiremezdi, çektirirse kendisini kapının önünde bulurdu. Şimdi hiç kimse kendisini kapının önünde bulmuyor. Af neydi? Affı kabul ediliyor, istifası ve baş tacı ediliyor. Şimdi arkadaşlar; bu güvensizlik duygusu her yere sirayet etmiş durumda. Kadınlar güvensiz, çocuklar güvensiz, kızlar güvensiz, güvensizlik. Şimdi gıda güvenliği diye bir kavramımız var. Bakın hep güven duygusundan söylüyorum. Güven, önümüzdeki dönemde siyasetimizin anahtar kavramı olacak. Kaç gıda zehirlenmesi yaşandı son birkaç hafta içinde? Hemen hemen her okulda, askeri kışlalarda, her yerde gıda zehirlenmesi. Neden? Çünkü ekonomik zorluklar belli bir gıda standardını sağlamayı mümkün kılmıyor, ama onun ötesinde hiçbir denetim yok. Hiçbir denetim yok ve insanların vicdanında da ben bu gıdayı müşterime nasıl veririm duygusunu yok etmişsiniz. Kolay yoldan zengin olmak herkesin alışkanlığı haline gelmiş. Şimdi bu güvensizlik duygusu, bir de mutsuzluk duygusu. Bakınız farklı kesimlere gidiyoruz. Son günlerde işverenlerle, işçi sendikalarla çok görüşmemiz oldu. Asgari ücret tartışması yapıyoruz değil mi? Şimdi öyle bir şeydir ki sosyal olaylar bir tarafı mutlu edemiyorsanız, diğer tarafı edersiniz. Nasıl bir Türkiye var ki herkes mutsuz. Herkes mutsuz. İşverene gidiyorsun, çok açık söylüyor TÜSİAD Başkanı, İstanbul-Ankara Sanayi Odaları Başkanları, görüştüğümüz tekstil sanayicilerin hepsinin dediği şey şu: Sayın Başbakanım, biz bu asgari ücreti verdiğimizde üretime devam edemiyoruz, rekabet gücümüz kalmıyor. Ama biliyoruz ki bu asgari ücretle işçi de karnını doyuramıyor. TÜSİAD da böyle diyor, MÜSİAD da böyle diyor, İstanbul Sanayi Odası da böyle diyor, Ankara Sanayi Odası da. Ve bu yüzden fabrikalar Türkiye'den Mısır'a, Romanya'ya gidiyor. Nasıl oldu da bir ekonomik politika hem işvereni, hem işçiyi aynı anda mutsuz edebildi? Şimdi üreticiye gidiyorsunuz, Alanya'da çiftçi hale gittim. Üreticiye gidiyorsunuz, bu fiyatlar bizi kurtarmıyor Sayın Başbakanım, bir de ithal ediyorlar buğdayı, arpayı Ukrayna'dan ve bizim fiyatlar düşüyor. Artık üretmeyeceğiz diyor. Pazara gidiyorsunuz, tüketici ben bu fiyatlarla bunu alamıyorum diyor. Ne üretici memnun, ne tüketici memnun. Ne emekli aldığı maaştan memnun, ne genç iş imkânı bulup bulamayacağı dolayısıyla herhangi bir gelecek planlaması olmasından memnun. Sadece küçük bir azınlık memnun, başka kimse değil. Öğretmen de memnun değil, huzursuz. Öğretmenler huzurlu olacak ki akademisyenlerin karnı doyup aynı zamanda da kitap alabilecekler ki üniversitede eğitim olsun, ülkede eğitim, üniversitede gerçek anlamda bilim olsun. Öğretmen de, akademisyen de mutsuz, 3 bin lira KYK bursu alan öğrenci de mutsuz. 3 bin lirayla her gün bir çay, bir sandviç yese 4 bin, 4 bin 500 lira yapıyor. Şimdi nasıl bir tablo ki, nasıl bir yönetim biçimi ki aynı anda toplumun her kesimini mutsuz edebiliyor. Bunlara bağlantılı olarak bizim kırmamız gereken bir pranga var psikolojik olarak karamsarlık prangası. Karamsarlık. Her yerde karamsarlık var. Bakın şimdi, dünya üçüncü dünya savaşına doğru gidiyor kaygısıyla her ülke tedbir alıyor. Trump'ı eleştiririm, ama Trump'ın ticaret savaşlarının sebebi Amerika Birleşik Devletleri'nin rekabet gücünü arttırmaktır. İyi de yapıyor kendisi açısından. Dünya için iyi değil, Amerika için iyi yapıyor kendisi açısından. Çin muhteşem bir teknolojik devrim yaşıyor ve dünyanın teknolojide neredeyse kendisine yetişmesi imkânsız olan bir seviyede ulaşımı yönünde adımlar atıyor ve kendisi için doğru olan yapıyor. Belki dünya için ekonomik bakımdan Türkiye için de Çin'in bu artan rekabet gücü bizi zorlayacak. Her ülke tedbir alıyor. Peki, Türkiye'de alınan tedbir ne? Bakın şimdi dünyada böyle bir belirsizlik ortamında Türkiye ile dünyayı karşılaştıran bir tablo çizeyim. Türkiye'nin dünyadaki skalasına bakın. Dünyada gıda enflasyonunda 1’inci Türkiye. Faizde 4’üncü Türkiye. Efendim, enflasyonun bütününde 5’inci Türkiye. Tutuklu sayısında 6’ncı Türkiye. Bunlar ligin üst sıralarında bulunduğumuz kategoriler, ama yolsuzluk algısında 107’nci. Organize suç yapılanmasında ilk 10’dayız. Özgür olmayan ülke kategorisinde geriledik basın özgürlüğünde. Demokrasi skalasında 120-121’inciyiz. Nereye gidiyoruz? Ama bir taraftan da iktidarın Türkiye yüzyılı iddiası var. Bu iddia gerçekleşebilir mi? Bu iddia güzel bir iddia, gerçekleşebilir mi, gerçekleşmesi için ne yapacağız? Bu iktidarın bunu gerçekleşmesi yönünde attığı herhangi bir ciddi adım görmüyoruz. Büyük bir ahlaki çöküş, gelir adaleti bozulması, üretim durmasıyla karşı karşıyayız. Peki, biz ne teklif ediyoruz? Gelecek Partisi olarak biz hiçbir zaman olayların arkasından yürümedik. Elimizden gelen bütün imkânlarla, her konuda ürettiğimiz fikirlerle, iktidara yönelik yaptığımız uyarılarla, muhalefete yönelik yaptığımız çağrılarla hep çığır aştık. Manifestomuzda ifade ettiğimiz gibi, artık reform dönemi veya reformla yetinilebilecek bir dönem kapandı. Aynen bir insan organizmasının bütün yapılarını bilen bir cerrah titizliğiyle ülkemize, ülkemizdeki hastalıklara neşter atmak durumundayız. Bir psikolojik bir devrim yapacağız. Halkımıza güven vereceğiz. Halkımıza döneceğiz diyeceğiz ki ve diyoruz, bakmayın bu kara günlere, bu ülkenin tekrar insanlarının mutlu, devletinin güçlü olacağı bütün altyapı ve imkanlar mevcuttur ve biz geleceğe ümitle bakmaya devam edeceğiz diyeceğiz. Karamsar olan kitlelere karamsar olmayın, geçmişte nice badireleri atlatmış olduğumuz gibi biz de bugünkü badireleri atlatacağız. Biz bunun için ayaktayız, bunun için yürüyoruz, bunun için her çileye, her fedakarlığı yapmaya hazırız diyeceğiz. İkincisi, bir ahlaki devrim yapacağız. Ahlaki devrim diyorum, hem siyasi ahlak, hem toplumsal ahlak, hem ekonomik ahlak çökmüşse birilerinin çıkıp güzel bir örnek ortaya koyup şeffaflığı esas alan bir ahlaki devrimi topluma yaşatması lazım. Bizim siyasi hayattaki en önemli ilkemiz temiz siyasettir. Bakın ekonomik süreçlere geleceğim, ama ekonomik süreçleri altyapısını oluşturacak olan şey temiz siyasettir. Türkiye'deki sorun ekonomik bir sorun değildir. Ekonomi, politik bir sorundur. Çok kötü bir politik yapılanmanın, hukuksuzluğun üstünde bir ekonomik kriz yaşıyoruz. Bütün bunları temizleyeceğiz hiç tereddüdünüz olmasın. İşte buradan altıncı yılda milletimize bir kez daha söz veriyorum. Arkadaşlarım adına söz veriyorum. Anadolu satındaki bütün ahlaklı, vicdanlı, samimi insanlar adına söz veriyorum. İnşallah iktidara geldiğimizde gerçek bir ahlaki devrim yapacak ve her türlü yolsuzluğu toplumun her kesiminden, devletimin her kurumundan temizleyeceğiz, ayıklayacağız. Şunu diyenler olacak: Herkes bunu söylüyor, sizin farkınız ne? Bizim farkımız şu: Biz bütün o süreçleri yaşadık ve bir tek Allah'ın kulu yakamıza yapışıp Beytülmalde sizin kötü bir siciliniz var diyemedi. Bizim diğer liderlerden, kadrolarımızın diğer kadrolardan farkı budur. Biz sınandık. Biz bu sınamaların hepsinden alnımızın akıyla çıktık. Evet, herkes bu sözleri verebilir, ama hiç kimse bu sözler üzerinden sınanmadan ben bu temiz siyaseti gerçekleştireceğim taahhüdünde bulunamaz. İşte bizim taahhüdümüz budur. Hiç merak etmeyin, zorluklarımız var, eksiklerimiz var, teşkilatımızın güçlenmesi lazım. Ama en büyük güç nedir siyasette biliyor musunuz ekonomide de, itibardır. Sokağa indiğimizde milletimiz gözümüzün içine bakarak, “siz bu ülkeyi dürüst bir şekilde yönettiniz” demesinden daha güçlü bir siyasi miras, bir siyasi sermaye yoktur. Allah bizi milletimizin huzuruna hep bu temiz kimliğimizle çıkmayı nasip etsin. Üçüncüsü, gerçek bir ekonomi, politik devrim yaşanacağız. Nasıl? Ekonomik reformları biliyoruz. Dünyada ekonomik paradigma değişti arkadaşlar. Sadece finansal yapılara dayalı ve 1990'larda egemen olan Washington prensibine dayalı neoliberal ekonomilerin uygulama alanları daraldı. Yeni şartlara uyum sağlamak lazım. Peki, yeni şartlarda hedefimiz ne olmalı? Trump niye Avrupa'ya meydan okudu, pazarlarınızı açın bize diye niye seslendi, niye Trump Gazze'de ikiyüzlü bir politika tahkim ederken, Gazze'nin inşası konuşulduğu yerde bile bu Körfez ülkelerinde çok para var, onları alacağız dedi ve hemen hemen her Körfez ülkesiyle konuşurken Amerika'ya sermaye aktarımına önem verdi. Çünkü Amerika dünyadaki rekabet gücünü kaybedecek ölçüde üretimden düşmeye başlamıştı. Bakın eleştiririm, ama yaptığı doğru tespit Amerika'daki yatırımları Amerika'ya çekmektir. Şimdi biz Trump bu tedbirleri alıp yatırımları Amerika'ya çekerken, Kanada Başbakanın yanında dahi komşu ülkelere bunu söylerken artık biz başka ülkelerden mal alıp başka ülkelerin yatırımlarını, sanayini desteklemeyeceğiz, herkes gelsin bizden mal alsın derken biz ne yapıyoruz? Türkiye'deki sanayiciler Türkiye'deki fabrikaları bakın fabrikaları söküp Mısır'a götürüyor. Neden? Çünkü Türkiye'de bir faiz ve rant ekonomisi var. Burada ödediği kredi faizleri ile bir sanayicinin üretimin, sürdürebilmesi mümkün değil. Bakın asgari ücretin ben en az 35 bin lira olması gerektiğini Meclis’te söyledim, ama bu asgari ücretle bizim iş adamlarımızın rekabet yapamayacağını da biliyorum. Dedim ki, devlet bu asgari ücretin maliyetinin bir kısmını, yarısını üstlensin dedim onun için. Bakın net olarak ifade ediyorum, Türkiye'de şu anda sanayici, sanayi üretimi yapan herkes kahramandır. Ben o kahramanları alkışlamak istiyorum. Bu şartlarda hala sanayide üretim yaparak ülkeye katkıda bulunanlara şapka çıkarılır. Bu şartlarda hala toprağından kopmayan çiftçiye teşekkür edilir. Ve o çiftçiye denir ki, sen bizim efendimizsin. Büyükşehir Yasasıyla insanlarımız topraklardan kopmuşsa... Dün bir yabancı dergide okudum, Türkiye'deki obruklar bizim Konya'da görülen obruklardan bahsediyor, susuzluk her yeri almış. Ne olacak? Bugün üretim yapan sanayiciyi, bugün üretim yapan çiftçiyi desteklemek yerine kaynakları Kur Korumalı Mevduata ayıranlar açık bir şekilde söylüyorum, Beytülmale ve millete ihanet etmişlerdir. Olmaz böyle şey. Yalvardık, anlatmaya çalıştık, bu dinen haramdır, ekonomik olarak irrasyoneldir, sosyal olarak yolsuzluktur. Yapmayın dedik. Ne oldu Kur Korumalı Mevduatta? Şimdi Mehmet Şimşek kaldırılması için çaba sarf ediyor. Biz ne yapacağız? Elimizde zaten kıt kalmış kaynakların tamamını iki şeye ayıracağız arkadaşlar. Bir, üretime. Sanayiyi, KOBİ’leri, esnafı, teşvikleri oraya kaydıracağız. Çiftçiyi, tarımı, hayvancılığı ayağa kaldıracağız. Ve orada tam anlamıyla sanayicimizi ve çiftçimizi koruyucu tedbirlere alacağız. İki, gelir adaletini sağlayacağız. Şu anda gelir adaleti uçurumunda farklılaşmasında en kötü durumdaki ülke Türkiye'dir dünyada. En kısa sürede en kötü gelir adaleti uçurumuna düşmüş olan ülke Türkiye'dir. Bakın değişik endikasyonlar var, burada vaktinizi almak istemem, ama zaten herkes biliyor. İlk yüzde 10’la en düşük gelire sahip yüzdeliği karşılaştır, değil mi Abdullah Bey? Engin Bey dün bana bir şey gönderdi bu gelir adaletiyle ilgili, bir uçurum. Neden? Çünkü kaynaklar rant ve faizci bir mutlu azınlığa kullanıldı. Bankacılık sektörü Türkiye'nin en çok vergi ödeyen en kazançlı sektörü haline dönüştü. Bankalarımızın güçlü olmasından memnun olurum, ama bankalarımızın kredi kaynaklarını belli kesimlere yönlendirip ülkenin bütün mevduatlarının sadece ve sadece küçük bir zümreyi zengin etmek için kullanmasına asla rızamız yoktur. İşte bunların hepsi temiz siyaset eksikliğinden. Bunların hepsi siyasetle ekonomi arasında kurulmuş olan gayrimeşru ilişkilerden... Evet, hortum 1-2 değil ki, doğru, kaynağı orada da işte manifestomuzda söylediğimiz gibi vergi sistemini radikal şekilde değiştirmek gerekecek. Özetle, ekonomik hayatta da bir devrimi gerçekleştireceğiz ve devlet kurumlarımızda devrim. Bakınız, bunu söylediğimde bazıları farklı şekillerde algıladı, ama bir kere daha söylüyorum, dün size ifade ettiğim gibi ben özel hayatında mütevazı bir insanım. Herkes tanır, bilir. Ama devlet hayatında ve ilim hayatında hiçbir zaman iddiasız olmadım. İddialı bir vizyona sahip olmadan ne kitap yazarım, ne devlet yönetirim. Tekraren söylüyorum; bu devleti kılcal damarlarına kadar tanıyan, yaşayan ve siyaset içinde olan iki kişi vardır, Sayın Erdoğan ve biz. Bunu söylerken de bir kibirle söylemiyorum, yüreğim yanarak söylüyorum. Bunun getirdiği omuzlarımızdaki ağır sorumlulukla söylüyorum. Devleti bir seçim kazandıktan sonra hemen yönetilebilecek, hemen direksiyona geçip kullanılabilecek bir araba gibi görenler yanılırlar. Bu devletin geçmişiyle övünüp bugününü bilmeyenler yanılırlar. Geçmişte de büyük güzel özelliklerimiz vardı, köklü kültürümüz vardı, ama zaaflarımız da vardı, şimdi de var. Yapacağımız şey, bütün bu tarihi bilerek devletimizi, mimarisini yeniden kurgulamak. Ben mimariye önem veririm, mimarlığa önem veririm. Çünkü mimarlık inşa edicidir. Kitap yazarken de bir kavramsal bir mimari kurmaya çalışırım. Devlet mimarisi de sadece kurumların yan yana dizilmiş protokollerinden ibaret değildir. Zihninizde bir devlet mimarisi yoksa o devleti yönetemezsiniz, yeniden yapılandıramazsınız. Bakın Bakan Yardımcılığı diye bir örnek vereyim, sadece bir tek örnek. Bakan Yardımcılığı ihdas edildiğinde Dışişleri Bakanıydım, şiddetle karşı çıktım. Doğru değil dedim. Sonra sadece bir tane olsun Bakanın siyasi şeylerini koordine etsin diye teklif ettim. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildiğinde o zaman bu sisteme geçişi koordine eden Sayın Cevdet Yılmaz, şimdiki Cumhurbaşkanı Yardımcımızı davet ettim. Cevdet Bey dedim, yapmayın, yapmayın. Müsteşarlıkları kaldırmayın dedim. Müsteşarlık ta devlet geleneğinden bahsediyorsunuz, Bab-ı Ali dediğimiz başbakanlık kurumu 18. yüzyıldan gelir, sadaret makamından. Ve onun için de müsteşarlık 18. yüzyıldan beri hiç terk edilmemiş bir kurum. Niye kaldırıyorsunuz bunu? Bürokrasiyi sahipsiz kılacaksınız. Tecrübesiz ve siyasi saiklerle hareket eden bakan yardımcıları bakanlık hiyerarşisini bozacak. Yapmayın. Şimdi her bir bakanlıkta 4-5 bakan yardımcısı var ve her biri de bir sonraki bakan olabilmek için birbirleriyle rekabet ediyor ve bakanın da ayağını kaydırmaya çalışıyor. Ve her birinin de Cumhurbaşkanlığı makamıyla ayrı işleri var. Arkadaşlar; devlet disiplindir, hiyerarşidir. Başbakanlık yaptığım dönemde beni Feridun Bey en iyisini bilir. Müsteşarı, bakanı olmadan müsteşarla görüşme yapmadım çok özel durum hariç bakan yurt dışındaysa. Çünkü bakanı bypass ettiğinizde artık o bakanın otoritesi kalmaz. Müsteşarı yok ettiğinizde, bürokrasiyi bilen devlet aygıtının temel kurumu kalmaz. Sadece bir örnek veriyorum, daha nice örnekleriyle devlet kurumlarımız ve mimarimiz bozuldu. Şimdi geleceğiz, bu mimariyi tekrar doğru eksene oturtacağız. Evet biz de Türkiye yüzyılı diyoruz, ama bizim Türkiye yüzyılımız, birilerinin alabildiğine servet sahibi olduğu, vahşi servet transferinin yapıldığı, yoksulluğun, yasakların her yerde egemen olduğu, yolsuzlukların egemen olduğu bir yüzyıl olmayacak. Bizim Türkiye yüzyılımız ahlak yüzyılı olacak. Bizim Türkiye yüzyılımız üretim yüzyılı olacak. Bizim Türkiye yüzyılımız Türk'üyle, Kürt’üyle, Sünni'siyle, Alevi'siyle herkesin kendi kimliğiyle onur doyduğu Türkiye Cumhuriyeti yüzyılı olacak. İşte terörsüz Türkiye’ye bunun için destek verdik. Ama sürecin yönetiliş biçimi bugün toplumdaki belirsizliği daha da arttırdı. Onun için Hakkâri’deki kardeşimize de, Edirne'dekine de, Artvin'dekine de, Muğla'dakine de, herkese aynı sözü veriyoruz, hiçbir ayrım ve ayrıcalık gözetmeden aziz vatandaşlarımız siz bizim inşa edeceğimiz Türkiye yüzyılında mensubu olmaktan gurur duyacağınız Türkiye Cumhuriyeti'nin aziz vatandaşları olacaksınız. Aziz gençlerimiz; siz bizim inşa edeceğimiz Türkiye yüzyılında bırakın yurt dışına gitmeyi imkansızlıklar dolayısıyla, Türkiye içinde en iyi imkanlara sahip olacaksınız, yurt dışına sadece teknoloji transfer etmek, bilgi transfer etmek, bu milleti en iyi şekilde temsil etmek için çıkacaksınız. Aziz kadınlar; bizim Türkiye yüzyılımızda hiçbir kadın, hiçbir genç kız, bırakın devletin kurumlarında, sokaklarında, en ücra köşelerinde bile güvensizlik duygusu hissetmeyecek. İzzetiyle, onuruyla yaşayacak. Aziz çiftçilerimiz; bizim Türkiye yüzyılımızda siz topraktan kopmayacaksınız. Toprağınız suyla buluşacak, tarlalarınız bereketle dolacak. Devletin kaynakları üç beş faizciye değil, toprağımıza, suyumuza, çiftçimize, hayvancılık yapan değerli çiftçilerimize akacak. Değerli sanayicilerimiz, üretimcilerimiz; bilin ki sizi baş tacı edeceğiz. Sizi daha ucuza üretim yapacağınız ülkelere gitmek zorunda bırakan şartları yok edeceğiz. Sizi korumak için ne tedbiri gerekiyorsa alacağız. Faizci ve rantçılara da sesleniyorum; sizin için de korkulu günler başlayacak. Kim bu ülkenin sırtına asalak gibi yapışmış, rant ve faiz üzerinden, yolsuzluk üzerinden, zaten bütün kaynakları tükenmiş bir ülkenin son kaynaklarına kadar da musallat olmuşsa, onların değil kollarını, bütün hortumlarını, bütün kaynaklarını kurutacağız. Milletin Hazinesine, Beytülmaline el uzatanların ellerini keseceğiz. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bizler millete, bizler köylüye, şehirliye, gence, çocuğa, kadına merhametle yaklaşacağız, ama hırsıza, ama dolandırıcıya, ama uyuşturucuya, ama barona, ama Türkiye'yi ahlak çöküşüne götüren kim varsa ona devletin kudret eliyle gerekli darbeyi vuracağız. Devlet, Allah-u Teâla’nın celal ve cemal vasfı gibi, devletin de, haşa bunu kimse yanlış anlamasın, bizim her şeyimizi Esma-i Hüsna ile anlatırım ben, insan da öyle. İnsanın da celal olanı, cemal olanı vardır. Devletin de celal niteliği kudretidir, cemal niteliği şefkatidir. Devletin kudret ve şefkat elini toplumun üzerinden asla eksik etmeyeceğiz. Sözümüz var. Halkımıza, milletimize sözümüz var. Sadece bu toprağın üstünde olanlara değil, bu toprağın altında olup bize bu toprağı emanet edenlere sözümüz var. Bu toprağı tekrar ayağa kaldıracağız. Bu toprağın altındakilerin bize emanet ettiği şehitlerin, alimlerin, bütün ahilerin emanet ettiği bu aziz ülkeyi bütün dünyanın örnek aldığı bir ahlak ülkesi, bir üretim ülkesi, bir itibar ülkesi, bir bereket ülkesi yapacağız. Değerli kardeşlerim; bu istişare toplantımızı bu zaman diliminde yapmamızın bir önemli sebebi de son seçimin üzerinden 2,5 yıl geçti, bir sonraki seçime 2,5 yıl. Buradan teşkilatlarımıza da bir seslenişte bulunmak istiyorum. Şimdi artık geçmiş seçim geçmişte kaldı. O seçimin sınavını kazananlar, kaybedenler, seçim sonrasında bir sonraki seçim için şahsi ikbal peşinde koşanlar hepsi bir şekilde arındı. Şimdi geçmiş seçimlere değil, önümüzdeki 2,5 yıl sonraki seçimlere odaklanacağız. Son günlerde toplumda birçok konular tartışılıyor, ben de söylüyorum, bu şartlarda Türkiye'nin bu kutuplaşma içinde üçüncü bir alternatife ihtiyacı var. Biz bu üçüncü alternatifin önünü açmak için son 6 yıl içinde çok büyük çaba sarf ettik. Çok büyük çaba sarf ettik. Her türlü fedakârlığı yaptık. Her türlü makamdan vazgeçmeyeceğimizi de gösterdik. Üçlü ittifak modelini ilk kez 2021 yılında gündeme getirdik. Olmadı, beşli model gündeme getirdik. Olmadı, altılı masayı kurduk. Şimdi birçok kişi yeni yeni anlamaya başladı. Eğer önümüzdeki dönemde var olan iktidar bütün yanlışlıklarıyla devam ederse ve iktidarı sürdürenler Türkiye'yi düzeltmek yerine, şartları düzeltmek yerine Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan sonrası dönem için rekabetlere girerlerse, Türkiye'ye söyleyebilecekleri bir şey kalmamış demektir. Eğer ana muhalefet partisi bir sonraki seçimde Sayın Cumhurbaşkanının kullandığı Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi yetkilerini kullanarak ülkeyi tam karşı kutba götürmeye niyet ederse, bir rövanşizm kültürü oluşturmaya çalışırsa, onların da bu ülkeye verebileceği hiçbir şey yoktur. Ve bir sonraki seçim, korkarım ki dünyadaki belirsizlikle birlikte Türkiye'nin derin uçurumlarla, fay hatlarıyla kırıldığı bir dönemi beraberine getirebilir. Peki, bizim çözümümüz ne? Bizim çözümümüz, fikri olarak, siyasi olarak ve alandaki teşkilat yapımızla güçlü bir alternatif oluşturmak. Bu güçlü alternatifi oluşturmak için son dönemlerde bütün siyasi partilerle yine konuşuyorum. Gerek Yeni Yol Grubu oluşurken, bütün arkadaşlarım bilir Yeni Yol Grubunun kurucuları da aramızda. Ben Yeni Yol Grubu’nun güçlü bir seçim ittifakının ilk nüvesi olarak kurulmasını hep teklif ettim, hep önemsedim. Çünkü vaktimiz uzun diyemezdik. Yeni Yol Grubu, bir güçlü alternatifin adresi olmalıydı. Çok güzel faaliyet yaptılar, dün Selçuk Beyi dinlediniz. Milletvekillerimiz çok iyi faaliyet yaptı Yeni Yol Grubu içinde, şu anda da yapıyorlar. Meclis’te bütçede en aktif olanlar onlar. Ama Yeni Yol Grubu’nun 1 yılı dolarken Yeni Yol Grubu mensubu olan partililere, değerli genel başkanlara da çağrımı yeniliyorum, şimdiden bir seçim ittifakının altyapısını kurmak zorundayız. Milletin önüne bir alternatif koymak zorundayız. Yoksa bir grup kurmak sadece grubun avantajlarını kullanmak olarak görülürse büyük eksiklik olur. Tarih, bekleyenleri sevmez. Tarih, erteleyenleri sevmez. Tarihte yer edinecekseniz doğru zamanda doğru adımlar atacaksınız. Erteledikten sonra, 3 yıl sonra aynı noktaya geldiğinizde iş işten geçmiş oluyor. Biz bu üçlü ittifakı 2021’de kursaydık Türkiye'nin kaderi başka türlü akardı. Anlatamadık. Anlatamadık. Aynen iktidar sahiplerine 2016 yılında siyasi ahlak reformunu, şeffaflık reformunu, imar reformunu anlatamadığımız gibi. Şimdi Yeniden Refah Partisi’yle olan görüşmelerimiz de kamuoyu gündeminde. Evet, onlarla da görüşüyoruz ve buradan söylüyorum, güçlü bir Cumhur İttifakı'nın karşısında güçlü bir milliyetçi muhafazakâr, özgürlükçü milliyetçi muhafazakâr ittifak oluşturmak isteyen kim varsa onlarla görüşmeye de, işbirliği yapmaya da hazırız. Ama birilerinin aklından şu geçiyorsa, muhataplarımızın hepsine saygı duyarım. Ama birilerinin aklından şu geçiyorsa: Gelecek Partisi çok zor durumda, işte maddi zorlukları var, siyasi parti olmak kolay değil, efendim milletvekilleri istifa ettiler şu altı milletvekili. Dolayısıyla Gelecek Partisi'nin bir partiyle birleşme ya da ittifak yapmak dışında alternatifi yok diyen varsa onlara şunu söylerim: Siz bizi tanımamışsınız. Siz bizi tanımamışsınız. Biz 2019’da, 12 Aralık'ta parti kurduğumuzda milletvekilimiz var mıydı Ayhan Bey? Yoktu. Peki, büyük maddi imkânları veren sermaye grupları arkamızda mıydı? Hayır. Ne vardı bizde? İnanç vardı inanç. Dava aşkı vardı, millet aşkı vardı. Peki, 6 yıl içinde bu aşk azaldı mı arttı mı? Bu aşk arttı arkadaşlar arttı, azalmadı. Herkesle bu alternatifi oluşturmak için her işbirliğine hazırım ve şimdiden söylüyorum, benim devlet ihtiyacım, devletin bana ihtiyacı olduğunda gerekli desteği veririm dememi yanlış yorumlayanlara da sesleniyorum, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hepimizindir. Sayın Erdoğan da geçicidir, geçmişte birçok cumhurbaşkanının geçtiği gibi bizler de geçiciyiz, ama devlet kalacak. Bu devlet zordayken ben sadece dönüp aman daha da zora düşsünler demem, ama ilkelerimden taviz vererek hiçbir makama, mevkiye geri dönmeyi de bir saniye bile aklımdan geçirmem. Birtakım ana muhalefet trolleri üstümüze geldiler bu sözlerimle. Onlar da bizi zaten hiç tanımamışlar. İstedikleri bizim üzerimizden Sayın Erdoğan'ı devirip kendi iktidarlarını kurmaksa, biz kimsenin payandası değiliz. İktidarı da, gücü de, itibarı da kendi bileklerimizle kurarız. Dolayısıyla teşkilatlarıma mesajım şudur: 2,5 yıl kaldı seçime, yolun yarısını geçtik. Hepiniz teşkilatlarınızı güçlendirmeye odaklanacaksınız. Hepimiz gelecek seçimlerde ne yapacağımıza odaklanacağız. Hepimiz Türkiye'ye nasıl bir alternatif sunacağımıza odaklanacağız. Hiç kimseye kapıyı kapatmayacağız, ama kapıyı kapatmamak için bir kapının olması lazım. Bu Gelecek Partisi binasını da, kapısını da asla kapatmayacağız. Birleşme ise, eşit ve onurlu şekilde herkese birleşebiliriz. İttifak ise, eşit ve onurlu şekilde her ittifaka gireriz. Devlete destek ise, iktidarın diğer yanlışlarını göz ardı edip, yani onları paranteze alıp, hiçbir zaman göz ardı etmeyiz, ama devletin gerektirdiği desteği sağlarız. Ama asla mevki-makam peşinde koşmayız. Hakkı ve adaleti savunmak için bütün muhalefet partileriyle oturur konuşuruz, ama bir daha bize dönüp bizden 10 milletvekili aldınız diye yıllarca başımıza kakacak olanlara da bir daha bu primi vermeyiz. İşte geri aldılar bir tanesini aldılar, onlar da aldı. Biz eğer bu millete bir şey söyleyeceksek arkadaşlar önce kendimiz, kendimizden emin olacağız. Kendinden emin olmayan başkasına emniyet veremez. Kendisiyle barışık olmayan başkasıyla barışık olamaz. Biz partide yeni bir başlangıcı bu istişare toplantısıyla yapıyoruz. Altıncı kuruluş yıl dönümü diye düşünmeyin sadece, ikinci büyük başlangıç olarak düşünün. Bütün arkadaşlarımla tek tek konuşacağım. Bütün il başkanlarımız önümüzdeki dönemde konuşacağım. Eksiklerimiz, gediklerimiz neyse tamamlayacağız ve önümüzdeki dönemde inşallah hep beraber gelecek çınarının biraz daha büyüdüğüne şahit olacağız. Allah sözümüzü hak, tesirini halk eylesin. Her adımımızı, her düşüncemizi hakkın, kendisinin rızasına ve halkın rızasına muvaffak eylesin. Allah güç karşısında eğilenlerden değil, elif gibi dimdik duranlardan eylesin. Allah bize 6. yıl gibi 7. yıla ve nice yıllara erişmeyi nasip eylesin. Tekrar Türkiye'nin her bir köşesinden gelerek aramızdaki muhabbeti derinleştiren ve dün çok güzel bir istişare modeliyle istişaremizi gerçekleştiren, onların hepsini de bir rapor haline getirip hepsini sunacağız. Bu konudaki katkısı dolayısıyla da Engin Bey ve bütün katkıda bulunan arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Emek veren bütün arkadaşlarımıza, tek tek saymayayım, hepsine teşekkür ediyorum. Genel Sekreterliğimize Hasan Beye, Ergün Beye, Ufuk Beye, bütün ekibe, özel kalem ekibimize, hepsine teşekkür ediyorum. Tabii en büyük teşekkürü de uzun yollar kat ederek buraya gelen kardeşlerime. Allah geri dönüşte yollarınızı açık eylesin ve Antalya İl Başkanımız Muhammed Beyin eşine de acil şifalar diliyoruz. Bu istişaremizin tek üzücü yanı oydu. İnşallah biraz sonra buradan ayrıldıktan sonra da kendilerini ziyaret edeceğiz Sahra Hanımla birlikte. Siz de dualarınızı eksik etmeyin. Allah'a emanet olun.

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: